Aziz Üstel kitabını anlattı

Aziz Üstel'i bugüne kadar çevirmen, gazeteci, televizyoncu olarak tanıdık. Şimdi de "Beni Kim Öldürdü?" adlı polisiye romanıyla yazar olarak karşımızda.

Aziz Üstel kitabını anlattı

- Sondan başlayalım... 'Beni Kim Öldürdü?'nün hikayesi tam olarak bitmiyor; bir seriye dönüştürmeyi mi planlıyorsunuz?
Bu romanın devamını yazacağım. Çünkü bu kitap, 1979'da geçiyor. 80 darbesinin öncesi. Türkiye o darbe sonrası çok ciddi bir döneme girdi. O nedenle mutlaka devamını yazmalıyım.

- Kitabın içinde büyük bir aşk da anlatılıyor. Cinselliğin çok cesurca paylaşıldığı bir aşk hikayesi hem de...
Evet, o dönem öyle bir dönem. Bunların hiç yadırganmadığı bir dönemden bahsediyoruz. Mesela Beyoğlu'nu anlatırken de iğrenç seks filmlerinden, Beyoğlu'nun arka sokaklarını mesken tutan it, uğursuz, sapıklardan bahsediyorum. O dönemde toplumsal olarak ne kadar büyük bir çöküntü yaşandığını olduğu gibi yansıtmaya çalıştım.

ZEVKİ SÜREN

- Romanın kahramanın aşık olduğu kadını, polisler randevuevine  satıyor... Bu da mı o dönem için sıradan bir vaka?
O dönem, düzen denilen bir şey yoktu. Çünkü polisle kimse ilgilenmiyordu. Bütün gözler solcu-sağcı davalarının üzerindeydi. Gazeteler de dahil olmak üzere herkesin gözü sıkı yönetim düzeninde.  Bir genç kıza, üvey babası tecavüz etmeye kalkışıyor. Kız, evden kaçıyor. Polis de bu kızı bir randevu evine satıyor. O dönem için bu çok normal. Gazetelerin üçüncü sayfaları bu tarz hikayelerle dolu.

- O döneme damgasını vuran sanatçılarla ilgili de ilginç notlar var kitapta; örneğin Zeki Müren ile ilgili 'Çok iyi biridir ama içmeye görsün' diye yazmışsınız...
O, gerçek bir İstanbul beyefendisiydi. Birlikte bir program, bir iki kere de reklam çalışması yaptık. Zeki Bey, müthiş kültürlü, son derece terbiyeli, gerçek anlamda bir beyefendiydi. Ama eşcinselliğini o yıllarda dışa vuramadığı için, içinde müthiş bir fırtına vardı. İçtiği zaman bu fırtınanın dışarıya çıktığı söylenirdi. Hatta Gırgır Dergisi'nde Oğuz Aral bir karikatüründe Zeki Müren'i çiziyor ve adına da Zevki Süren yazıyor. Ben bizzat böyle bir şeye şahit olmadım ama çok kişiden de dinledim tabii. Bizim İsmet Ağabey - rahmetli İsmet Ay - onunla birlikte çok zaman geçirirdi. O çok anlatırdı. O alkol duvarını aşmaya başladığı zaman herkes kaçarmış masadan.

- Kitapta o döneme damgasını vuran aktrislerden Neriman Köksal da var...
Neriman Abla'nın bizzat kendisinden dinledim kitapta anlattığım şeyleri. Olağanüstü bir kadındı hiç lafını esirgemeyen, tam da filmlerde canlandırdığı kişilikler gibiydi. Çünkü zaten bir oyunculuk deneyimi yoktu. Bu yüzden gerçek hayatta nasılsa filmlerde de öyleydi. 'Şoför Nebahat' de oydu, 'Fosforlu Cevriye' de oydu. Müthiş bir karizması vardı. Kendisi anlatırdı. 'Ben trafik durduran tek kadınım' derdi. 'Beyoğlu'nda bir yürüdüm mü İstiklal Caddesi'nde arabalar birbirine çarpardı' derdi.

- Bir dönem çeviri de yaptınız. Kitap yazarken bunun faydasını gördünüz mü?
50 küsur kitap çevirisi yaptım. Can Yücel'in çeviri hakkında güzel bir lafı vardır: 'Çeviri kadına benzer; güzeli sadık, sadığı güzel olmaz.' Çeviri yaparken bazı şeyleri açmanız gerekir. Çünkü onu yazan kişi kendi kültürüne göre yazıyor. Örneğin Amerikalı bir yazarın Washington eyaletini uzun uzadıya anlatması gerekmiyor. Sizin çeviren kişi olarak bir takım şeyler eklemeniz lazım. Çevirisinde en çok zorlandığım kitap, Anthony Burgess'in 'Otomatik Portakal'ıdır. Onun için yepyeni bir dil yaratmak gerekti. Yazarın orijinalinde yaptığı gibi. İyi bir çeviri için çevirdiğiniz dili değil, Türkçeyi ne kadar iyi bildiğiniz önemli. Sonra çeviriyi bıraktım.

ÇEVİRİDEN SIKILDIM

- Neden bıraktınız?

Çünkü bana çok sıkıcı gelmeye başladı. İnsanın kendine özgü bir şeyler yapması gerekiyor. Kulakları çınlasın sevgili Firuzan bana yıllar yılı 'Artık çeviri yapmaktansa kendi romanını yazsan şimdiye kadar 50 tane roman yazardın' dedi. Firuzan'ı aşan bir hikayecimiz gelmedi. Kendisi de çok fevkalade bir insandır. Onu ilk gördüğümde 20'li yaşlarındaydı. Çok çok güzel bir kadındı. Onun kadar güzel bir kadın da bir daha görmedim. Hala da çok güzeldir. O yıllarda onu görenlerin nefesi kesilirdi.

- Bir dönem ABD'de de yaşadınız; çok bilinmeyen bir yaşam öykünüz var. Hayatınızı yazmayı düşünüyor musunuz?
Hayatımı anlatsam kaç tane roman yazılır! Aslında hayatım roman değil, romanım hayat... Ama herkese göre kendi hayatı öyledir. Halbuki yüzde 90'nı doğal şeyler. 18 yaşıma kadar ABD'de babam ve üvey annemle birlikte yaşadım; 18'ime bastığım gün beni evden attılar. Tek başıma kaldım. Aynı şey Türkiye'de başınıza gelse, elbet bir tanıdığınız yanına sığınabilirsiniz. Size evini açacak birini bulursunuz. Ama ABD için geçerli değil bu. Orada ayakta durma savaşı verdim. Çok komik şeyler geldi başıma.

- Niye Türkiye'ye gelmediniz?
Çünkü Türkiye'ye dönecek param yoktu. Aynı zamanda oradaki eğitimimi de tamamlamak istiyordum. Parklarda yattım. Hiç unutmam ağustos ayı, askerlerin sırt torbası gibi bir torbam var. Onun üzerine yattım, uyuyorum. Bir anda bir yağmur başladı, duramıyorum. Dedim ki 'Şansa bak ağustos ayında yağmur yağıyor.' Kafamı kaldırıp baktım. Çimleri sulayan fıskiyelerin altına yatmışım. O zaman 'Her şeyin dibe vurduğu an budur' dedim. Daha neler, var neler... Teksas'ta petrol kuyularında çalıştım. 55 derece sıcakta, güneşin altında, yüzümün derisi yüzülmüştü. Çok iyi para verdiler ama... 5 yıl boyunca daha bunun gibi bir sürü macera yaşadım.

- O arada kardeşiniz intihar ediyor...
Kardeşim ben Türkiye'ye döndükten sonra vefat etti. Öyle şeyler yaşadım ki, insanların olağan şeyleri büyük acılarmış gibi anlatmaları beni çok güldürüyor. Üç aşağı, beş yukarı herkesin başına gelebilecek, doğal şeyler. Ama doğal olmayan şey, 28 yaşındaki kardeşinizin intihar etmesi. Bu doğal değil, olamaz da zaten. Bu sana ne kazandırıyor? Bu sana 'Yarın daha iyi olacak abi' demeyi öğretiyor.

'PAMUK PRENSES' GERÇEK

- Babanızla bir daha görüştünüz mü?

Çok uzun yıllar sonra görüştük. Arkadaş olduk. Baba-oğul olmadık hiçbir zaman. Değişik bir adam. İyi bir arkadaş olabilir ama duygu yoksunluğu var kendisinde, o nedenle iyi bir baba olamaz.

- Üvey anneniz nasıl biriydi?
Allah düşmanıma vermesin. Onu görünce insan, 'Pamuk Prenses gerçekten de var' diyor. Ama artık kimseye kızmıyorum. Uzun süre sinirli biriydim. Bağırıp çağırırdım. Artık öyle değil, bağırıp çağırmıyorum. Hoşgörülü olmayı öğrendim. Hayat bana bunu öğretti. Çünkü bazı şeyler var ki ne yaparsan yap değiştiremiyorsun.

ÜÇ CİLTLİK TARİHİ ROMAN SIRADA

- Yeni kitap projeleriniz var mı?
'Osmanlı'nın Son Kartalları' adında üç ciltlik bir roman yazıyorum. İlk cildi Kasım ayında Timaş Yayınları'ndan çıkıyor. İlk kitap, Trablusgarp Savaşı'nı anlatacak. Osmanlı'nın parçalanma dönemini yani. İkinci kitap Balkanlar'ı anlatacak. Çünkü Trablusgarp'tan ayrılan kartallar Balkanlar'a gider. Mustafa Kemal'in de içinde olduğu bir gruptur bu. Ondan sonra Balkanlar biter ve üçüncü kitap da Kurtuluş Savaşını anlatacak. Üç kitapta, tarihimizin en önemli yıllarını yani bugünkü tarihimizi şekillendiren dönemi anlatıyorum. İkinci cilt 2013 yılında yayınlayacak.

- Son dönemde Türk yazarlarından kimleri beğeniyorsunuz?
Elif Şafak'ı çok beğeniyorum. Çok iyi ve sağlam bir kumaşı var. Roman, Batı edebiyatına ait bir tür. Elif Şafak, Batı'yı da çok iyi tanıdığı için romanlarında fevkalade başarılı. Orhan Pamuk'un sadece 'Cevdet Bey ve Oğulları'nı okuyabildim. Diğer kitaplarını bütün çabalarıma rağmen okuyamadım. O bendeki bir eksiklikten muhtemelen. Ama Orhan Pamuk'la gurur duyuyorum bir Türk vatandaşı olarak. Ülkemize Nobel gibi değerli bir ödül kazandırdığı için.

Pınar HİÇDURMAZ

Konular Röportaj