Duygu Boztepe: "Sertaç’ın vefatı hayatımın ilk travması"

Duru çok küçükken babası Sertaç Boztepe'den ayrılmak zorunda kaldı ama anne-kız sevgi ile her tür zorluğa karşı ayakta durmayı başarıyor...

Duygu Boztepe: "Sertaç’ın vefatı hayatımın ilk travması"
Elele'den Yaprak Çetinkaya'nın röportajı...

Anneliği nasıl tanımlıyorsunuz? Nasıl bir annesiniz?

Annelik çok güzel ve özel bir duygu ama ‘ben anneyim’ diye bağıran, her şeyi en iyi yapmaya çalışan, eğitimden eğitime koşanlardan da değilim. Doğum öncesinde de öyleydi. Zaten ne yaparsanız yapın mutlaka işe yarıyor ama günün sonunda ne oluyorsa zaten kendiliğinden gelişiyor. Ne kadar planlasanız da doğumla birlikte hayatınız değişiyor ve annelik iç güdüsü öyle bir şey ki çocuğun o anda neye ihtiyacı varsa onu hissediyorsunuz. Bunu kelimelerle ifade etmek kolay değil. Anne olan herkes beni anlayacaktır.

Kaygılardan, endişelerden arınınca bebeği fark etmek daha kolay belki.

Kesinlikle katılıyorum. Pimpirikli hal aslında çocukla annenin bağını koparıyor. Biraz akışına bırakırsak, anda kalırsak, çocuğun büyüdüğü o anların keyfini yaşayarak devam edersek zaten her şey halloluyor ve karşılıklı paylaşımı hissediyorsunuz. 

Duru planlı bir hamilelik miydi?

Biraz sürpriz oldu. Hamile kaldığımda 30 yaşındaydım. Aslında birkaç sene sonra hamile kalırım diye düşünüyordum. Hatta kazara hamile kalan birisi için “Bu dönemde ne kazası?” diye yargılayıcı cümleler kurmuştum. Birkaç ay sonra sürpriz, hamileyim! Ama tabii ki çok doğru bir zamanda gelmiş Duru. 2013’ün şubatında doğdu ve tam bir sene sonra babasının hastalığı ortaya çıktı. Yani tam benim planlı olarak hamile kalıp doğum yapmayı düşündüğüm dönemlerde… Duru sürprizle gelmemiş olsaydı o dönemde hamilelik olmayacaktı. Sertaç da zaten, “Ben 40 yaşında baba olacağım sen bilirsin” diye takılırdı bana ve tam o yaşta baba oldu. Sertaç’a kendi ertelemelerimden dolayı bu mutluluğu yaşatmasaydım çok pişman olurdum. Bebeklerin geleceği zamanı bildiklerine çok inanıyorum.

Hamilelik nasıl geçti?

Çok keyifli geçti. Çok şanslı bir dönem geçirdim. Çaba harcamadan çok az kilo aldım. Hiç midem bulanmadı. Koku hassasiyetim olmadı. Fiziksel hiçbir rahatsızık yaşamadım. Ancak doğuma iki üç hafta kala rahat hareket edememeye başlamıştım. Beklenenden bir hafta önce Duru geldi zaten. 

Normal doğum yaptınız. Nasıl bir deneyimdi?

Tabii ki çok basit bir şey değil ama anlatıldığı kadar zor da değil. O acı bir an geliyor, sonra azalıyor ve sonra unutuluyor. Biraz dişini sıktığında süreç kendiliğinden gelişiyor. Kriz anı insanıyımdır, sakinimdir, ne yapılması gerekiyorsa onu yaparım. Doğumda bu özelliklerimin de katkısı oldu mutlaka. Hemşire nasıl iteceğimi anlatıyordu, dördüncüde Duru doğdu. Toplam 20 dakika sürdü.  Tabii genetik özellikler de var, annem de kolay doğum yapmış.

Ve sonra bir anda kucağınızda yeni bir can! İlk günler nasıldı?

İnsan tedirgin oluyor tabii. Camdan bir bebek tutuyor gibisiniz. Oysa onlar o kadar dayanıklı ve güçlüler ki, bu kadar tedirgin olmaya da gerek yok. Duru çok huzurlu bir bebekti. Kriz halinde ağladığını hiç hatırlamıyorum. Kolik, gaz sancısı gibi sorunları olmadı. Çok sütüm geldi. Altı ay boyunca sadece emzirdim. Sekizinci ayın sonunda kendiliğinden bıraktı. Bunları paylaştığımda birçok arkadaşım “Madem bu kadar basit biz de yapalım” diye çocuk sahibi oldular. Tabii eşimle aramdaki bağ, mutluluk, huzur da hamilelikte bebeğe çok yansıdı. Sonrasında evdeki ortamın da huzurlu olması Duru’yu olumlu etkiledi. Duygularımızın enerjisi gözle görülmese de evin içine yayıldığı için bebeğin durumunu etkiliyor. Duru da bu ortamda büyüdü ve şükürler olsun ki bu kadar travmatik olaylar atlatmamıza rağmen Duru’da bunun bir rahatsızlığını görmedim. 
Bakalım ilerleyen zamanlar bize ne getirecek?

Daha önce ‘zamansız’ kabul ettiğimiz bir kayıp yaşamış mıydınız?

Hayır, hiç. Çocukluğum güzel, huzurlu geçti. Bir hastalık, kaza ya da ani olaylar hiç yaşamadım. Sertaç’ın vefatı hayatımın ilk travmasıydı.

O süreçle nasıl başa çıktınız?

Önce insan kabul etmiyor. Alt bilinç görse de üst bilinç, zihin o kadar baskın geliyor ki. Teşhis konulduğunda çok ileri evredeydi. Dünyada pankreastan sonra ikinci ölümcül tip kanser olan taşlı yüzük hücreli mide kanseri ile akciğer, karaciğer, lenf ve kemiklerde metastaz vardı.

Bu kadar geç teşhis edilmesinin nedeni neydi?

Herkes bunu sordu. Sertaç sporcu. Sigara, alkol hiç yok. Güçlü, yapılı bir adam. Kanser ortaya çıkmadan iki ay önce Ataşehir’den Kartal’a spor amaçlı bisikletle gidip gelebiliyordu. İki ay sonra akciğerinden nefes alamaz halde hastaneye gidiyor ve bunlar ortaya çıkıyor. Birdenbire oldu her şey. Biz zatürre diye beklerken… Balyozla başınıza vurulmuş gibi oluyorsunuz. Ama önce “Hayır, biz bunun altından kalkarız. Nasıl iyileşecek gösterelim bakalım” gibi bir hırs geliyor. Sonu kabul etmediğin için kendini motive edecek o kadar çok şey buluyorsun ki. Çok değişik bir psikoloji. Allah kimseye yaşatmasın. Geriye dönüp bakınca nasıl bu kadar kör olmuşum diyorum. ‘Aşkın gözü kördür’ün bir şekli. Yaşatma hırsı ile gerçekleri göremez ve yorumlayamaz hale geliyorsunuz.  Şimdi görebiliyorum bunları.

Olumsuz duygularla yaşamaktan daha iyi bir seçenek belki.

Tabii ki. Zihnin kendini koruma mekanizması bu zaten, bir illüzyon. Devamlı düşük modda, her an ölümü bekleyerek yaşamak çok zor. Hem hasta olan kişi hem yakınları için. Bir yıl sürdü bu durum ve sonra kaybettik zaten.

‘Çocuğa ölüm nasıl anlatılır?’ konusunu birçok kez işledik dergimizde. Siz ise bizzat deneyimlediniz.  Nasıl anlattınız?

İlk bir hafta Duru hiçbir şey sormadı ki bu normal şartlarda onun için mümkün değil. Hastaneye gidip geldiğimizi biliyor, babası ile canlı bağlantı ile konuşuyordu o zamana kadar. Tam bir hafta sonraydı, kapı çaldı bir gün. Evde az kişi vardı o sırada. Duru kapıya fırladı, ‘babam geldi’ diye. O anda bir ampul yandı bende. Dedim ya annelik içgüdüleri yönlendirir diye. Ona örnek bu işte bu olay. Tuttum Duru’yu, karşıma aldım, göz hizasına geldim ve “Duru, artık baban gelmeyecek. Artık bizimle değil. Öldü. Uzaklarda, bizim gidebileceğimiz, onun gelebileceği bir yer değil. Senin babanla yapmak istediğin bir şey varsa, özlediysen, gel birlikte yapalım” dedim. ‘Öldü’ kelimesinin kullanılması gerektiğini biliyordum. “Tamam” dedi. Kalktı, gitti. Sonra ‘Acaba doğru mu yaptım?’ diye düşünüp pedagoga gitmeye karar verdim. Gittik, yaşadıklarımızı anlattık. Aynen şöyle dedi: “Daha önce gelip, ‘Ne yapayım?’ deseydiniz aynen bunları yapın derdim. Bunun hiçbir açıklaması yok, işte bu annelik içgüdüsü.” Duru daha sonra daha rahat konuşmaya başladıkça bu bilgiyi destekleyecek küçük sorular sordu. Ben de yine aynı yaklaşımla yanıtladım.

Annenin duruşu da etkiliyor çocuğu mutlaka. 

“Bu kadar güçlü olmak zorunda değilsin, bırak kendini” diyenler oldu. Ben şimdi nasılsam o zaman da öyleydim çünkü. Durum bunu gerektiriyordu. Hastalık döneminde karşımdaki insana da bu enerjiyi vermeliydim. Ağlayan, üzgün bir kadın yerine gerçekten dik duran bir kadın. Ölümden sonra da çocuğun karşısında sürekli ağlayan, depresyonda bir anne yerine, “Evet, böyle oldu ama yapacak bir şey yok. Hayatımız devam ediyor, haydi bakalım ne istiyorsun?” diyen bir anne. Gezdik, dolaştık, oyun oynadık. Duru beni mutsuz, karamsar, ah vah eden, ağlayan bir halde hiç görmedi.

İçiniz de böyle mi?

Evet böyle. İçim o kadar rahat, vicdanım o kadar huzurlu ki. Çünkü elimden gelen her şeyi yaptım. Keşke kelimesini kullanacağım hiçbir şey kalmadı. Bunu noktalayınca artık kabul etmeniz gerekiyor. ‘Keşke’ olmasaydı tabii ama ne kadar ağlasam, kendimi paralasam da elime bir şey geçmeyecek. O zaman sağlıklı bir zihin ve beden için sağlıklı kalmam ve çocuğumu da öyle yetiştirmem gerekiyordu.

Hayatın içindeki olaylara salt iyi ya da kötü diye bakıyor musunuz?

Bunun bir ahengi var tabii. Yaşadığımız şeyler bize çok şey öğretiyor. Hastalık döneminde de sonrasında da gördüğüm, tecrübe ettiğim, duyduğum şeyler oldu. Zaman geçtikçe insanların yorumları, bakışı değişiyor. Öyle bir şey ki dünya dönmeye devam ediyor, herkes rolünü oynuyor ve kendimi dünyaya bir adım yukarıdan bakıyor ve gözlemliyor gibi hissediyorum. Eminim ki böyle bir travma geçiren insanlarda da bu var. Davranışları gözlemliyorsunuz. İnsanların dert edindikleri şeyleri izliyorsunuz Hayatın aslında kolay ama zorlaştıranın bizler olduğunu görüyorsunuz. Bir dönem insanları buna ikna etmeye de çalıştım ama sonra o da geçti. Çünkü herkesin kendi tecrübesi ve herkes kendisi yaşayıp öğreniyor. Bir yere kadar yol gösterebilirsiniz, gerisi tercihlerden ibaret. Ben de bu olayla sınanacakmışım.

Geleceğe dair ne düşünüyorsunuz?

Şimdiye kadar yaptığım röportajlar hep bu içerikle oluyor ama artık bir şeyler geride kaldı. Keşke olmasaydı ama oldu ve noktaladık. Artık bizim Duru ile bir hayatımız var ve bu hayatta ilerleyip; hastalıkla, mutsuzlukla değil, güzel şeylerle anılmak, bilinmek istiyoruz.

Duru nasıl bir çocuk? Nerelerde zorluyor, nerelerde çok kolay?

Kova burcunun özgür ruhunu taşıyor. “Ben yaparım, yapabilirim, bana bırakın” şeklinde yaşıyor. Çok hareketli. Prenses kız çocuğu değil. Elbiseler, tütüler, külotlu çoraplarla işi yok. Büyük küçük her türlü hayvana düşkün. Babası da öyleydi. Fiziksel olarak da karakter olarak da çok benziyorlar.  Spora merakı da öyle. At binmeyi seviyor. İnşallah iyi bir binici olacak.  Şimdi yaşına uygun ata biniyor ama gözü büyük atlarda… Mutlu, koşturmalı, muzır bir çocuk. Tam bir Bambam. En sevdiği hayvanlar arasında dinozor var. Mızmızlığı hiç yok. Acı eşiği çok yüksek. Düşüyor, kalkıyor, aynen devam…

Okula gidiyor mu?

Anaokuluna başladı. Almanca eğitim alıyor. Dil yeteneği de iyi. Ondan Almanca kelimeler öğreniyorum bugünlerde. 

Özel merakları var mı?

Martı adında, mavi renkli, hayali bir dinozor arkadaşı var. Evde ona yer ayırıyor, yol veriyoruz. Hayal gücü çok yüksek. Hep bir tiyatro sahnesi var evde.

Nasıl bir anne olma gayretindesiniz?

Arkadaş… İnanın öyle hissediyorum. Duru da öyle hissediyor. Her zaman bana güvensin ve o gücü hissetsin. ‘Ben çözeyim, ben yapamazsam annem halleder’ desin istiyorum. Öyle de gidiyor çok şükür.

Türk anneleri koruycu olmakla eleştiriliyor. Siz ne durumdasınız?

Kendi haline bırakıyorum. Bir iki hata yapıyor, düşüyor, kalkıyor ama sonrasında öğreniyor. Bir de çok konuşuyorum onunla. Konuşmak en güzeli. Sevgiyi, üzüntüyü, kızgınlığı dile getirmek gerekiyor. Karşıma alıp, onun anladığı dilde ama çocukça değil, hissettiğimi birebir anlatıyorum. Duru da sevgisini dile getiren, çok sarılan, öpen ve “Anneciğim seni çok seviyorum, iyi ki benim annemsin” diyen bir çocuk. Bunları görmek beni çok mutlu ediyor. Benim küçük ama büyük arkadaşım Duru.

Asla taviz vermeyeceğiniz konular var mı? Beslenme, disiplin gibi…

Maalesef biraz  yemek seçiyor. Sebzede çok zorlanıyoruz. Sebze çorbası yaparak takviye ediyorum. Yeni yeni ıspanak yemeye başladı. Geçenlerde karnabahar yedi, çok sevindik. Kendi seçiyor ve zorlamanın, ağzına tıkmanın, peşinde koşmanın anlamı yok. Bazı lezzetleri ise ne kadar geç tadarsa o kadar iyi. Az önce gördünüz, yemeğin yanında patates cipsi geldi. Geri göndermedim. O kadar katı olmaya gerek yok. Evde onu bir daha bulamayacak ama belki bir daha buraya geldiğinde yiyeceğini düşünecek. ‘Bugün balığını yemedi, akşam şunu yesin’ gibi katı kurallarım yok. Disiplin konusunda ise doğruyu yanlışı bilsin isterim. Bu yine enerji aktarımı ile olur. Bazen bir bakışım yeter, hemen durur. Sonra gelip yanlış bir şey mi yaptım diye sorar. Açıklayınca bir dahaki sefere dikkat edeceğini söyler. Ama bunu bağırıp çağırarak, şiddet uygulayarak değil, anlatarak ve o enerjiyi aktararak sağlayabilmek önemli.

Devir teknoloji devri… Teknolojik ürünlerle arası nasıl?

Çocuk paralize olacak şekilde televizyon karşısında oturup yemek yedirmek, anne ev işi yaparken onu televizyonla oyalamak tabii ki olmamalı. Ama beraber paylaşılabilir. İzlenecekse birlikte izlemek, beraber gülmek, beraber şaşırmak, müzik varsa birlikte dans etmek gibi… O anı bile paylaşmanın yansıması çok farklı. Diğer türlü çocuk televizyonla baş başa kalıyor ve hipnoz halinde izliyor. Çok eğitici çizgi filmler de var, Duru onlardan da çok şey öğreniyor. 

Anne olunca neyi anladınız?

“Anne olunca anlarsın” lafının ne demek olduğunu anladım. Annemin kıymetini bir kez daha anladım. 20’li yaşların başında gece dışarı çıktığımda annem telefon ederdi, “Neredesin?” diye. “Ay anne, geliyorum” derdim kızarak. Şimdi, “Anne beni nasıl bırakıyordun o saatte?” diyorum. Şimdiden 15 sene sonra neler olacak diye düşünüyorum. Annemi sonsuz anlıyorum artık. Tabii Duru büyüdükçe bu düşüncelerimin değişeceğini biliyorum.

Duygu Boztepe: "Sertaç’ın vefatı hayatımın ilk travması"
Konular Röportaj