Füsun Demirel: 'Kaderimi kendim çizdim'

Kendini cesur bir kadın olarak tanımlayan başarılı oyuncu haksız da değil. 17 yaşında tek başına İtalya’ya gitmiş. Geleneği ters yüz edip sevgilisine evlilik teklifi etmiş. Yine cesur bir kararla elli yaşında ikiz bebek sahibi olmuş…

Füsun Demirel: 'Kaderimi kendim çizdim'
Akşam'dan Sibel Ateş Yengin'in röportajı..

‘İçimdeki Ses’ filmi ne anlatıyor?
Selim asosyal ve içine kapalı bir kişilik, özgüven sorunu var ve umreden dönen annesiyle yani benimle beraber yaşama fikri kendisine epey zor zamanlar yaşatıyor. Annesiyle uğraşırken bir de dünyalar güzeli bir kız kendisine âşık olunca bu üçgen iyice sarmallaşıyor. Olaylar ilerledikçe durum komedisi şekilden şekle giriyor.

Bu filmi kabul etmenizde sizi ikna eden ne oldu?
Senaryo çok keyif verdi. Daha önce böyle bir anne karakterini oynamamıştım. İlgimi çekti.
Elbette Engin Günaydın imzası ve onunla oynayacak olmam da beni heyecanlandırdı. Bir de “Barakuda Yapım” gibi çok tanıdığım, güvendiğim ve sevdiğim dostların projesiydi.

Sizce izleyici filmden hangi duygularla çıkacak?
Çok güzel, çok pozitif duygularla çıkmasını umut ediyorum.

BASKICI BİR ANNE

Oynadığınız karakterin en çok hangi yönlerini sevdiniz?
Durup durup oğlunun yanaklarını mıncıklaması gibi aslında annelik ve anne çocuk durumlarında yaş konusunun hiç önemli olmadığı, bir annenin çocuğu kaç yaşına da gelse onu minicik görmeyi sürdürmesi durumunu sevdim.

Baskıcı bir anneyi canlandırıyorsunuz… 
Elbette baskıcı ama sınırlarını bilen  bir anne. Belli ki bir hayat boyu Selim’i belli kurallar çerçevesinde ve otoriteyle büyütmüş. Selim annesine karşı oldukça ezik davranıyor. Mehpare ise umreden geliyor ama sonra kadın arkadaşlarıyla gezmeler, turlar... Kendi gönlünü de 
hoş tutan bir yanı var Mehpare’nin.

Genç bir yönetmen olan Çağrı Bayrak’la birlikte çalışmak nasıldı?
Çağrı daha önce Yalan Dünya’da yardımcı yönetmenimizdi. İlk andan itibaren çok titiz çalıştık. Oyuncusunu son derece iyi motive eden, istediği sonucu alana kadar usanmadan en iyisini yakalamaya çalışan, çok zeki ve yaratıcı bir yönetmen Çağrı. Evet, ilk işiydi ama yolu öylesine açık ve aydınlık ki onun sinema kariyeri çok olumlu ve hızla ilerleyecek eminim.

Çekimler nasıl geçti? Aklınızda kalan ilginç anılarınız var mı?
İstanbul ve Yalova’da çekimleri yaptık. Elbette bir film çekmenin zorlukları çok ama ekip bunu bize yansıtmamak ve bizi rahat ettirmek için ellerinden geleni yaptılar. Aslında her anımız ilginçti. Anne ve gelin adayının masaj yaptırma sahnesinde bir anda fırtına çıktı ve her şey uçmaya başladı. Hortuma benzeyen bir fırtınaydı, beni bile uçuracak sandım bir ara (kahkahalar). Ona rağmen sahneyi çektik bitirdik.

MESLEĞE ÂŞIKTIK

Çok sayıda Türk filmi çekiliyor. Geçmişten bugüne sinema sektörü sizce neye dönüştü?
Birçok filmin çekilmesi kulağa hoş geliyor elbette. Tıpkı 70’li yılların Yeşilçam’ı gibi. Önemli olan nicelik değil elbette nitelik ve evrenselliği yakalayıp kalıcı işler yapabilmek. Sektör hâlâ çok örgütsüz, sendikalara rağmen insan emeği çok suiistimal ediliyor. Özellikle dizi setlerinden söz ediyorum çünkü artık dizi ya da sinema filmi setini ayıramıyoruz.

Yıllardır oyunculuk yapıyorsunuz. Şimdiye kadar sıkıldığınız oldu mu?
Oldu elbette olmaz mı... Uzun çalışma süreleri beni mesleğimden soğuttu zaman zaman. Zaten en büyük üzüntüm çalışma koşulları. Yoksa ben oyunculuktan başka bir şey yapmayı istemem de bilmem de zaten.

Oyuncu olmak isteyen günümüz gençleri için ünlü olmak, çok para kazanmak gibi değerler daha ön planda. Sizin bu işi yapmaya başladığınız kuşakta hangi duygular hâkimdi?
İdealisttik. Mesleğimize âşıktık. Para pul konuşmak neredeyse ayıptı. Biz oyunculuk yaparak neredeyse devrim yaptığımızı filan hissederdik. Çok naiftik. İnanılmaz bir iş disiplini vardı. Hayatımızı mesleğimize adamıştık.

HEM CESURUM HEM GÖZÜ KARAYIM

Kendinizi cesur buluyor musunuz? 
Evet, cesurumdur. Pek çok konuda gözü kara biriyim. Küçük yaştan beri böyleyim. 17 yaşımda tek başıma İtalya’ya gitmem cesaret örneğidir mesela. Kendi kaderimi kendim çizdim. 1980’de sevgili olduğum Nurettin’e “evlenelim” diyerek yine cesur bir davranışta bulunduğumu düşündüm hep. Ürettiklerim, yaptığım çeviriler, duruşum hep cesaret örneğidir. Ve tabii ki elli yaşında gözü kara bir şekilde anne olmam deli cesaretidir. Ne mutlu bana ki bu cesarete sahibim ve aslan gibi iki mükemmel evlat yetiştiriyorum.

Peki, eşiniz “Hayır” deseydi ne yapardınız?
(Gülüyor) "Hayır" deseydi bir şey değişmeyecekti aslında. Zaten biz birlikte yaşıyorduk. Evimizi, düzenimiz kurmuştuk. Yıllardır böyle yaşıyorduk. Benim için değişen bir şey yoktu. Çünkü imza atmak tapu gibi aslında. Birbirini mülk ediniyorsun gibi bir durum oluyor. Büyükler bu durumdan pek hoşnut olmuyor. Aslında benim isteğim onları mutlu etmekti. Bu yüzden teklif ettim.

“Evlenelim” dediğiniz zaman eşinizin yüzü ne hâl almıştı? Şaşırdı mı?
O aslında evlilik düşüncesine çok olumlu bakmıyordu. Ama birlikte çok yılımız geçmişti. İmzanın bir şeyi değiştirmeyeceğini düşünüyorduk ama yine de ikna ettim. Hakikaten bir şey de değişmedi.  

Şu an eşinizle birlikte değilsiniz. Peki, o kararı kim verdi?
Yine ben verdim kararı (kahkahalar). Çünkü çeyrek asır yaşadık uzun zaman. Hayatımdaki en yakın dostum, ailemin bir parçası. Her şeyimi yine onunla paylaşıyorum. Hayatımdaki en özel insan. Biz böyleyiz. Bizim kuşak daha sadakat sahibi. Biz elde ettiğimiz şeyleri kolay kolay hayatımızdan çıkarmayız. Hatta ben hayatıma giren hiçbir insanı ne olursa olsun gözden çıkaramam. Böyle bir yaklaşımım var. Hiçbir şekilde kavga dövüş de olmadığı için… Sadece uzun yıllar geçirdik. Açıkçası yorgun oluyorsunuz. Kimi zaman insan kendini bile taşıyamaz ya yanındaki kim olursa olsun annen de arkadaşın da çocuğun da olsa tahammülsüz oluyorsun. Saygı ve sevginin yitirilmemesi adına planladım ve önerdim. Hâlâ banka hesabımız da ortaktır. Böyle bir ayrılık olabilir mi?

Bir daha evlenmek ister misiniz?
Ben de o da düşünmüyoruz. Yalnızlığın getirdiği özgürlük ve soluklanma ikimize de iyi geldi. Tekrar evlilik bu yaştan sonra saçma geliyor. Ben 57 yaşındayım, o benden on yaş büyük (gülüyor). Bana acayip geliyor bu düşünce. 

ARKADAŞIZ, KANKAYIZ…

Çocuklarınızla aranızda nasıl bir bağ var?
Mükemmel. Annelerine çok bağlılar, ben de onlara âşığım zaten. Arkadaşız, kankayız, sırdaşız, yoldaşız.

Çocuklarla yaşamak ne öğretti size?
Çok şey… Hayata yepyeni bir gözlükle bakıyorum. Artık hata yapmak, risk almak gibi şeyler yapamam. Artık sorumluluklarım bambaşka. Hayata çocuk gözünden bakabiliyorum ve çok daha sabırlı olmayı öğrendim.

Bir kız bir de erkek çocuk sahibi olmak kadın ya da erkeği anlamaya dair ipuçları veriyor mu?
Hem de nasıl. Dişi ve erkek arasındaki o acayip farklılıkları öyle yakından gözlemliyorum ki. Aslında bu farklılıkların genetik ve cinsiyete bağlı olduğuna karar verdim. Erkek, genetik ve yapısal olarak özgüveni daha geç gelişiyor ve bu nedenle bazı şeyleri daha sert ifade edebiliyor. Dişi ise daha yapıcı ve annelik içgüdüsüyle dünyaya geliyor. Özgüveni daha çabuk oturuyor ve o nedenle daha yumuşak.

ANNE KOMİKTİN AMA KIZ GÜZELDİ

Sizi ilk kez televizyonda gördüklerinde ne yapmışlardı?
Onlar beni izleye izleye büyüyor ve bu durumdan çok hoşnutlar. İçimdeki Ses filmini ekiple izledikten sonra oğluma “Annen komik miydi Memo, nasıl buldun?” dedim. “Evet, anne komiktin ama kız çok güzeldi” dedi. Leyla’yı (Tuğutlu) kast ediyor.

İş dışında bir gününüz nasıl geçer?
Günüm hep onlarla geçer. Ya işim ya evim ve çocuklarım. 

Hiç yalnız kalabiliyor musunuz?
Kalamıyorum ama galiba kalmayı da istemiyorum. Mutluyum. Ben bu kalabalık hayatımı çok seviyorum.
Konular Röportaj