Genç kızlar ona bayılıyor!..

Onu önce "Uçurum" dizisinde canlandırdığı Avukat Tolga karakteriyle tanıdık. Ardından Benim Hâlâ Umudum Var’da Ozan olarak çıktı karşımıza. Şimdi de Şeref Meselesi’nde izliyoruz.

Genç kızlar ona bayılıyor!..
Akşam'dan Emine Bıyık'ın röportajı..

Bu aralar nasıl hissediyorsunuz?


Çok uzun zamandır aralıksız çalıştığım için bu aralar biraz yorgunum. Tatile ihtiyacım var ama onun dışında işleyen demir halindeyim. Fazla göz alıyorum (gülüyor).

İnsan bazen yaptığı işten sıkılabilir. Sizin de sıkıldığınız, arkanıza bakmadan kaçmak istediğiniz anlar oluyor mu?

Oyunculuktan hiçbir zaman sıkılmadım. Canlandırdığım karakterlerin beni zorladığı dönemler oldu. Bazen işin içinden çıkamadığım, sıkıştığım dönemler ama bu her oyuncunun başına gelen bir şey. Mesleğin cilvesi yani…

Hayatınızın ne kadarını kapsıyor mesleğiniz?

Şu an hayatımın tamamını kapsıyor. Açıkçası olması gerektiği gibi… Oyuncuyum çünkü.

İNSANIN BİR SINIRI VAR MI?

Oyunculuk konusunda cesur kararlar verebilir misiniz? Mesela sınırlarınız nerede başlar, nerede biter?


Oyunculuk, insan bilimi... İnsanın bir sınırı var mı? Bence yok. İnsan, hâlâ bütün noktaları keşfedilmemiş bir varlık. İnsanın, hâlâ ucu bucağı tam olarak çözülemediği için, verdiğim kararın cesur olarak nitelendirilmesi yanlış olur. Ama anladığım kadarıyla cesurdan kastın ters köşe, riskli ve uçlarda yaşayan roller... Böyle karakterleri oynamak bir oyuncu için çok daha heyecanlıdır. Çünkü elinde çok malzemesi olur. İşçilik sürecini ne kadar iyi geçirirsen, “Riskli ve cesur” diye adlandırdığın o rolü daha renkli daha güzel kılabilirsin. Umarım bütün gerçek oyuncular böyle karakterleri oynar da biz de izlerken zevkten dört köşe oluruz.

Rollerinize nasıl hazırlanıyorsunuz ya da bu kadar gerçek oynamanın sırrı ne?

Bu kadar gerçek oynamanın sırrı biraz kullandığın oyunculuk metodunda olabilir.

Nasıl bir metot bu?

Farklı oyunculuk ekolleri var. Çok genel ve çok basit. Kategorize edersem en basiti; içten dışa, dıştan içe teknikleridir. Tabii bu tekniklerin içinde milyon tane metot var. Bir de oyuncunun kendi gözlemleri var. Ben içten dışa tekniğini kullanıyorum. Birkaç farklı ekolün bazı aşamalarını kendime göre harmanladım ve kendi metodumu hâlâ bitirmiş değilim. Onun üzerine sürekli çalışıyorum çünkü bunun için daha çok gencim.

Bu farklı ekollerden kendinize en yakışanı buluyor ve gözlemlerinizle mi harmanlıyorsunuz?

Herkesten bir şeyler alıyorum. Ön çalışmalarda Stella Adler metodu faydalı oluyor. Bunun dışında workshop’lara katılıyorum. Mesela en son Ivana Chubbuck gelmişti. Bende hangi teknikler çalışıyor, bakıyorum. Sonuçta her teknik her metot herkeste aynı çalışmayabilir. Kendimi gözlemliyorum. Oynadığım bütün karakterlere kendimden bir şeyler katmaya çalışıyorum. 27 yaşındayım ve 27 yıllık bir hazinem var. Kimsede olmayan ve beni özel kılan şey bu... Bu yüzden bir role hazırlanırken o karakterin perspektifini ve bakış açısını kendime sentezliyorum. Bir bakıma kendimdeki bazı parçaları kapatıyorum. O karakterin kendimdeki yansımasını daha çok ön plana çıkartıyorum.

Rollerinizi neye göre seçiyorsunuz? Mesela bunun için de özel bir metodunuz var mı?

Sadece hislerime güveniyorum. Senaryoyu ve karakterleri okuduğum zaman kafamda bir şeyler oluşuyor. Kendimi onunla bütün hissediyorum. Hazırlanmaya hazır hissediyorum. Çalışmaya değer hissediyorum. Ya da tam tersi hiçbir şey hissetmiyorum. Tabii bir de her karakterin senaryoda bir alanı vardır. Eğer rolünüz öyle bir alana sahip değilse, karakterin ilgi çekici yönlerini ortaya çıkaramayabilirsin. Ben de karakterin senaryodaki alanlarına bakıyorum. Eğer alanı varsa, o rolü ne kadar zenginleştirebileceğimi öngörebiliyorum. Tabii ki yönetmenle olan sinerjimiz de çok önemli.

Oyuncuların birçoğu “Dizilerin çalışma şartları çok ağır. O yüzden bu yıl tiyatroya ara verdim” diyorlar. Ama siz hem bir tiyatro oyununda oynuyor hem bir dizinin başrolünü paylaşıyor hem de film çekiyorsunuz. Bu tempoda çalışmak hayatınızı ne kadar etkiliyor?

O bir seçim meselesi… Bu benim istediğim tam da böyle bir şeydi. Bu yola çıkarken “Niyet ettim, varlığımı oyunculuğa adamaya” dedim. Sevdiğim bir işi yaptığım için yorgunluğu beni mutsuz etmiyor. Tatlı bir yorgunluk benim için.

RİSK ALDIM

Ne zaman “Ben oyuncu olacağım” dediniz peki?


İçimde oyunculuk hep vardı. Ortaokulda, lisede arkadaşlarım sinemayı tercih ederdi ben tiyatroya gitmeyi çok severdim. O yüzden tercihim hep tiyatro olurdu. Benim için sahnede oyuncuların yarattığı o his, hiç ara vermeden sahnede kalmaları… Bu bana çok özel geliyordu. Düşünsene bir buçuk saat boyunca o karakteri taşıyorlar, yaşıyorlar bir sürekliliği var. Ben de bunu deneyimlemek istiyordum. Maalesef hayat şartları beni sabah dokuz akşam beş tadında çok garanti bir meslek seçmek zorunda bırakmıştı. Ama insan kalıbına sığamıyor. Bir süre sonra isyan ettim. Risk aldım açıkçası. Bu konuda kendime yatırım yapmaya başladım. Ondan sonrasını hayat getirdi.

Sonrası nasıl gelişti?

Oyunculuk içimde fokurduyordu. Oyuncu arkadaşlarım vardı. Onlarla empati kurabiliyordum. Onlara fikir veriyordum ve fikirlerimi ciddiye aldıklarını görüyordum.  Benim “Yeter, ben oyuncu olmak istiyorum” demem gerekiyordu artık. Onun için küçük bir kıvılcıma, özgüvene ihtiyacım vardı. O kıvılcım da hayatımda kendimden çok sıkıldığım, her şeyden kaçmak istediğim bir döneme denk geldi. Hayırlı da geldi. Güneş güzel doğdu.

“OYUNCU OLDUĞUNU UNUTUYORSUN GALİBA”

Yeni kuşağın en yetenekli oyuncularından biri olarak görülüyorsunuz. Kendinizi şöhretten nasıl koruyorsunuz
?

Ben hiç orada durmuyorum. Oradan bakmıyorum hayata. Az önce İstiklal ’de birkaç işimi halledip buraya kadar yürüdüm mesela.

Ama yürürken illa ki dönüp dönüp bakanlar olmuştur…

Ama ben bunun farkında değilim. Hâlâ benimle fotoğraf çektirmek istediklerinde yüzüm kızarıyor. Bazen arkadaşlarla konuşuyorum. “Sen oyuncu olduğunu unutuyorsun galiba” diyorlar. Hakikaten bazen unutuyorum. Çünkü hayatı Şükrü olarak yaşıyorum. Oyunculuk onun üzerine sonradan gelen bir durum sadece. Ben oyunculukla var olmadım, zaten vardım. Kişiliğim, karakterim oturmuştu. Oyunculuk yapmaya karar verdiğimden beri sadece kendime farklı yetkinlikler katıyorum o kadar.

“Şeref Meselesi” ile birlikte popülerliğiniz arttı bu iyi bir şey mi peki?

Tabii ki iyi bir şey… Ama bu popülerlik mesleğimi yaparken veya yapmazken beni etkilemiyor. Eğer şu an beğenilirliğim arttıysa bu tamamen işimi iyi yaptığım için. Bunun bilincindeyim ve hâlâ işimdeyim. İşimde olmam gerektiğinin de farkındayım. Yaptığım şeyin kıymetini biliyorum.

MOBİLYA ATÖLYESİNDE ÇIRAKLIK YAPARDIM

Biraz da sizden konuşalım kişisel yolculuğunuzda nasıl hikâyeler var?


Güzel bir çocukluğum var. Hiperaktif, mahallede top oynayan, terli yara bere içinde eve gelen bir çocuktum. Onun dışında müzikle çok ilgiliydim. Her müziğe ilgisi fark edilen çocuklar gibi ben de ailem tarafından piyano kursuna yazdırıldım. Daha sonra davul, perküsyon, gitar çaldım. Babamın mobilya atölyesi vardı, orada çalışırdım. Hafta sonları bazen oraya gider çıraklık yapardım. Bir de spora çok merakım vardı. Bu yüzden babam, enerjim azalsın diye beni dövüş sporlarına yazdırmıştı. Tekvando, karate oradan aikido falan derken en sevdiğim spor oldu açıkçası.

Yara bere içinde eve giden bir çocuk olmanızın bu dövüş sanatlarıyla bir alakası var mıydı?

Hayır. Power Rangers izleyip birbirimize dalardık (gülüyor). Çocuk aklı işte yapacak bir şey yok. Bana sorarsan olması gerektiği gibi bir çocuktum. Çok yaramazdım. Bence çocuk dediğin yaramaz olmalı.

Halam “Çocuk yaramaz değilse aptal olduğundan şüphe edin” der…

Ben yaramazdım çok şükür (kahkahalar). Bir bisikletim vardı. İzmir’de yaşadığımız için her yere bisikletle giderdim. Bazen Güzelyalı’dan Ege Üniversitesi’ne kadar bisikletle giderdim.

Özlüyor musunuz İzmir’i?

Çok özlüyorum. Bir bisiklet alıp kullanmak istemiyor değilim yani. Bunu her an yapabilirim.

KENDİMİ BİR KALIBA SOKMUYORUM

Bir röportajınızda “Sakinim, yalnızlığımı severim” diyorsunuz…


Evet.

Başka bir röportajda da “Arsız bir adamım” diyorsunuz…

Evet, o da doğru.

Asıl Şükrü hangisi peki?

Beni burada az çok gördün, sakin bir adamım aslında ama benim ortam yok. Yalnızlığımdan, sakinliğimden sıkıldığım zaman öbür tarafa kaçabiliyorum. Orada yorulduğum zaman sakinliğime geri dönebiliyorum. Benim için önemli olan ne hissediyorsam, o an neye ihtiyacım varsa ben ona göre yaşıyorum. O an ihtiyacım olan şeyi hayattan almaya çalışıyorum. İnsanların beni yargılamasını umursamadan hissettiğim şeyi yaşıyorum. Bunun önemini, kıymetini bir şekilde öğrendim. O yüzden “Ben şöyle biriyim” diye kendimi bir kalıba sokmuyorum.