Keremcem: Tutkulu ve cesur

Keremcem ‘aşk adamı’ hem de en harbisinden, en cesurundan, en deli dolusundan. Yani öyle sıkıcı romantizm ve prenslik gibi konulardan daha gerçek tutkuları olan bir adam.

Keremcem: Tutkulu ve cesur
Elele Dergisi'nden Ece Üremez'in röportajı...

İki Yalancı’yı sizin için diğer imkansız aşk hikayelerinden farklı kılan ne?


İki aynı yalanın üstüne kurulması. Serkan’la Duygu’nun bir araya gelememe sebebi para gibi görünse de aslında gurur. Yalanı söylemek kolaydır da yalandan dönmek zordur. Çünkü döndün mü artık yalancılığın tescillenmiştir. Herkes tarafından ama en acısı da sevdiğin kadın tarafından... Değneğin iki ucuna doğru gidip gelir ikisi ve tabii izleyici de.

Canlandırdığınız karakterin ilişkiler adına sizden en çok ayrışan özelliği ne?

E devamlı yalan söylemesi. Ben doğruyu söylerken bile, karşımdakinin yalan söylediğimi düşündüğünü hissedersem, yalan söyleme belirtileri gösteriyorum. Dışarıdan bakınca komik ama yaşaması epey tatsız bir durum. Düzgün yalan söyleyebilmek isterdim. Söz sadece acil durumlar için.

Ne olursa siz bir diziyi izlemeyi bırakırsınız?

Bir diziye bağlanma sebebi karakterlere inanmasıdır izleyicinin. Sevmesine gerek yok, inanırsa seyreder, seyrettikçe zaten sever. İzleyici olarak inandığım karakterlere inanmadığım şeyi yaptıran bir diziye katlanamam sanırım.

Neden bizim toplumumuzda en çok tutan diziler hep aşk ve ilişkiler üzerine? Bilim kurgu ya da korku temalı senaryoların hiç yazılmamasının nedenlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kurgu ve korku temalı senaryolarda da aşk var. Dünyayı aşk döndürüyor. Ringu veya Old Boy’da da aşk var. Ama ne anlattığınız kadar nasıl anlattığınız da önemli. Biz biraz bunu kaçırıyoruz sanırım. Klişeleri fazla seviyoruz. Klişelerden uzak bir anlatım emek gerektirdiğinden belki de. Onu anlamak için de az çok emek gerekince kolaycılık başlıyor. Espri anlayışımız zaten hiçbir zaman en azından ‘the man who stare at goats’ seviyesi aramıyor. Hele televizyon dizisinde hiç. Biz uçlarda bir milletiz. Ya absürt komedi ya sulu zırtlak drama. Bunu izleyiciyi veya yapımları yermek için söylemiyorum, haddim değil zaten bana da düşmez. Recep İvedik karakterini ben de seviyorum, Şahan’ı da çok başarılı buluyorum ama film olarak değerlendirirsek Türkiye ve benzeri dışında keyifle seyredileceğini de düşünmüyorum.

İzlemekten hiç bıkmadığınız bir film var mı?

Das Experiment. Hak edilmemiş ve sindirilmemiş yetkinin korkunçluğunu seyretmenin mazoşistik zevki her izlediğimde aldığım. Bir de Old Boy (Kore versiyonu). Asansördeki tek plan kavga sahnesiyle zirveye ulaşan sinematografi.

Çocukluğunuzun kahramanı kimdi?

Karton karakter olarak Red Kit. Lucky Luke’un Türkçeye böyle çevrilmiş olması hala saçma gelir. Espri dolu kahramanlığını yaptıktan sonra kimseye veda etmeden, teşekkür beklemeden, atı Dül Dül’ün üstünde günbatımına doğru giderdi. Ailem dışında biraz yalnız bir çocukluk geçirdim. Kendimleydim daha çok, belki ondan. Sanki Red Kit de biraz utangaçtı, benim gibi.

Gerçek hayattaki kahramanlarınız kimler? En çok kime güvenirsiniz?

Ablası olan şanslı erkeklerdenim. Beste benim ablam olduğu için kendimi en şanslı addederim. Ve en çok ona güvenirim. Kahramanım değil kahramanlarım var: Sevdiği, hatta yaptığı şeyin, dünyaya geliş nedeni olduğunu bilen, hisseden yani bunun farkında olan herkes.

Geleceğe dair hayalleriniz arasında müzik mi yoksa oyunculuk mu daha ağır basıyor?

Müzik mi oyunculuk mu diye sorulur bana genelde bu soru. Doğru şekli buymuş, teşekkür ederim. İkisi de içinde yolculuk edilebilecek, bir yere varmanın amaç olamayacağı alanlar. Yolculuğu severim. Hayatın getirdiklerine varım. Sanırım benim heyecanım, ahengi bulma yolunda. Bakalım.

Dinlemeye asla katlanamadığınız bir müzik türü var mı?

Ağır Arabesk (anladınız siz) dinlemekte zorlanıyorum. İçimde hissedebilmek isterdim. Arabeske de çok yakın duygularım var. Ama keyifle dinlemeyi daha beceremedim. Güzel ses dinlemeyi severim. Favorim Müslüm Baba.

Hayatınızda kaçırdığınızı ya da ihmal ettiğinizi düşündüğünüz bir durum var mı?

Dünyanın daha çok yerini koklamış olmak isterdim. Kite, ama onu yapacağım Bilge’nin (Öztürk) sözü var. Bir de devamlı aşık olmayı hayal edenlerdenim. Birkaç defa oldum şanslıyım ama yetmez.

Günümüzde herkesin ilk hedefi adını duyurmak neredeyse. Şöhret ve ünlü olma neden bu kadar arzu edilir kavramlar haline geldi?

Çünkü herkesin tek amacı var: Arzu edilmek. İnsanlar ne kadar çok kişi tarafından ne kadar çok arzu edilirse o kadar amacına ulaşmış hissediyor. Bunu size şöhret dışında hiçbir şey veremez.

Tek bir şansınız olsa hangi ünlü kadınla bir gece yemeğe çıkmak isterdiniz?

Adriana Lima. Şaka şaka.

Aşkın geçiciliğine, bir ömrü olduğuna inanıyor musunuz?

Aşk kalıcı olsa aşıklar erken ölürdü. Kalp dayanmaz ki ona.

Aşık olduğunuzda kendinize dair yeni neler keşfediyorsunuz?

Kendimde yeni bir şey keşfetmiyorum, kendimi yeniden keşfediyorum.

Her ilişkinin dinamiği farklı da olsa sizin bu konuda aldığınız/verebileceğiniz en iyi tavsiye ne olur?

Erkek ne yaparsa yapsın, kadına göre zaten yanlış yapacak. Bizim yolumuz yanlış. Yanlış değil de farklı işte. Doğrultusuna gitmesi gereken şeyin aslında sandığı şey değil kalbi olduğunu anladığında büyük adımı atmış olacak erkek ama öbürü ağır basıyor işte. Bir de kadınına göre davranmayı öğrenemiyoruz. Hep kadından erkeğine göre davranmasını bekliyoruz. Gerçi kadınların maço algısı da bir acayip. Maço sevmeyen kadın yoktur ama hepsinin maço tanımı da farklı işte. Bu tanıma az çok uyanı bulup kendi istediği hale getirmeye çalışıyor kadın dediğin çok güzel mahluk. İkisi de olmuyor işte öyle. Eğilmeyi güçsüzlükten saymayacaksın ama çok eğilmeyeceksin ki düğüm olma. Ahenk işte.

Hayatınızın merkezine koyduğunuz, size güç veren ve dengenizi koruyan şey ne?

Ahenk ve aşk. Dizi adı yapsan seyredilmez. Sorun değil, kendi hayatımın tek daimi seyircisi de benim zaten.

Kendinizi ne zaman ve nerede en mutlu hissetmiştiniz?

Çocukluk yazlarım Milas’a en yakın denize sahip Güllük’te geçti. Yazları Çamlık diye bir camping alanında çadır kurardık ailecek. Çadırımızın üstü, günün her saatini bizden koruyacak kadar sık çam ağaçlarıyla kaplıydı. Cır cır böceklerinin sesinden babamın sesini zor duyardım. O zamanlar daha sessiz konuşuyormuş herhalde. İşte benim en mutlu hissettiğim an; 5-6 yaşlarındayım, annemin zeytinyağlı biber dolmasının damağımdaki tadı daha geçmeden, dilim halinde elime tutuşturulan buz gibi bir karpuzu bileklerimden akıta akıta yiyorum. Ve hiçbir şey düşünmüyordum ama hiçbir şey.

Bu ülkenin  içinde olduğu şartlarda sabrınızı taşıran şeyler neler?

Adaletsizlik, hoşgörüsüzlük, sevgisizlik.

Hayatınızda ne ‘olsaydı’ ya da ‘olmasaydı’ bugün her şey farklı olurdu?

Paralel hayatlara inanırım. Büyük ya da küçük yaptığım her seçimde, öteki seçimi yapan ben yoluna devam ediyor. Olasılığı bile bana yeter. Belki beni rahatlattığı için inanıyorum buna. Hiçbir şey için pişman olmama gerek kalmıyor. Hayatı yaptığın seçimler belirliyor. Şarkı söylemek için İstanbul’a gelmeyi seçmesem tabii ki hayatım çok çok farklı olurdu. Ama lisede bir şişe şarap içmişken araba kullanmamayı seçmem hayatımı daha çok değiştirmiş bakarsan.

Yenilenme ve enerji depolama yönteminiz ne?

Yeniden resim yapmaya başladım. Akrilikle saçmalayabilmek zevkli. Evimin bir odasını naylonla kapladım, orası şu an cinayet mahalli gibi. Resim yaparken müzik dinlemeyi sevmiyorum, yönlendiriyor, akışımı bozuyor. Müzayedelere katılmayı, özellikle soyut işler toplamayı seviyorum. Ressamları tanımayı seviyorum, ressam arkadaşlarımı da. Bizim camia gibi değiller (bizimkileri de seviyorum yanlış anlaşılmasın). Daha çatlaklar. Güzel işte. Tanışmak istediğim ressamlar var. Evimde çok güzel bir işi var ama daha Komet’le tanışamadım mesela. Atölyelerine gitmeyi seviyorum. İşin yapıldığı yeri, yapan elleri görme imkanı sağlıyor. Kerim Yetkin bir iş yapıyor bana ördek başı yeşili kullanacağına söz verdi. Ardan Özmenoğlu’nun havalarda uçuşan fikirlerini ya da Nejat Satı’nın İzmir’de epoksi erittiği atölyesinin kokusunu duymak güzel. Bir de Timur Savcı’nın ofisine gittiğimde Tanju Demirci tablolarını görüp benim evdekini hatırlamak veya Gani Müjde’nin ofisindeki Fikret Mualla’ya vurulmak hoşuma gidiyor. Beyaz Müzayede’de, Pınar Du Pre’nin resmine üçüncü bayrağı kaldırmak heyecan verici. Ortaköy’de oturuyorum ama Cihangir’de takılmayı, Adana İl Sınırı’nda Mehmet’le, Doğan’la, Evren’le, Adnan abiyle, Adana yanına iki tek. Veya Görkem ve Eda’nın Karaköy’deki mekanı Ma-Na’da mezelere gömülmek. Sohbet, muhabbet. Sabah erken set yoksa Corridor, Slope veya Ki-Ki’ye geçmek. Kafa dağıtmazsan, kafa dağılır bir daha toplayamazsın.

Size hep sorulmasını istediğiniz ve asla sorulmayan bir soru var mı?

Aşk nedir? Şaka şaka. İki yalancı’da canlandırdığım karakterin çok kullandığım bir lafı, biraz alışkanlık yapmış sanırım. Cevap veriyorum: En sevdiğin renk? Ördek başı yeşili.

Bu aralar sürekli düşündüğünüz bir konu ya da biri var mı?

Düşündüğüm biri: Serkan, İki Yalancı dizisinde canlandırdığım karakter. Düşündüğüm konu: Dizinin yedinci bölümünde Yağmur’la (Tanrısevsin) yapacağımız tango koreografisi. Vay be hayatım dizi olmuş!
Konular Röportaj