Levent Tülek: "Acayip bir dönemdeyiz"

Oyuncu Levent Tülek, ‘Lümpen Sözlüğü ve Klişeler Kitabı’ndan sonra şimdi de Pitbull adlı öykü kitabını çıkardı. “İnsanlar yalnızlaşmaya başladı, birbirimize ulaşamıyoruz” diyen oyuncu ve yazar Tülek kitabını anlattı...

Levent Tülek: "Acayip bir dönemdeyiz"
Akşam'dan Sibel Ateş Yengin'in röportajı...

Kitap fikri nasıl çıktı?


Tiyatroya başladığım yıllarda edebiyatla epey haşir neşirdim. Pek çok kişi tiyatro okuduğumu zannediyor ama Mimar Sinan Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı okudum. Yazıyla tiyatro hep paralel gitti fakat tiyatro kıskanç bir meslek ve hep beni yazıdan kıskandı. Bir türlü oturup bir kitap üzerine çok çalışamadım. Sadece Lümpen Sözlüğü kitabım çıktı. Elim rahatlasın diye bekledim. İki senedir de sağ olsun, Pelin Su bana çok destek oldu. Ben yazarken o çalıştı, koşturdu, bana baktı. İki sene boyunca bu kitapla halvet oldum ve nihayet vücuda geldi.

Kitaptaki öyküler kaç yıllık birikimin ürünü?

İstanbul Belediyesi’ni düzenlediği verdiği bir öykü ödülü almıştım. Ondan sonra hep kafamda kitap yapma fikri vardı. Biraz titiz ve müşkülpesent biriyim. Uygun zamanda çok uğraşıp çok güzel bir iş olsun diye bekledim.

Kitabın ismine nasıl karar verdin ya da kitaplar ve karakterler isimlerini nasıl bulduruyor sana?

Çok ilginç. Onlar beni buluyorlar. Herkes ismi çok beğeniyor ve cazibeli buluyor. Kitapla çok örtüşüyor zaten. İyilik ve kötülük üzerine yazmayı düşündüğüm bir yol vardı. Öyküleri yazmaya başladığımda bir baktım köşeye bir şey karalamışım; bir Pittbul… Bir senaryo fikriydi. Ne güzel fikir deyip onu bir öykünün içine koydum. Tesadüf oldu. Sonra bütün kitabın öncüsü oldu aslında.

PİTBULLAŞTIK!

Kahramanların nasıl çıkıyor ortaya?


Kitabımdaki 14 öykü kentte geçiyor. Öyküler, kent hayatının bizi sıkıştırması, yalnızlaştırması, saldırganlaştırması, kötüleştirmesi üzerine kurulu. Pitbull da bunun bir göstergesi. Pitbull aslında doğaya uygun bir köpek değil. Hayvanı biz yaratıp bu hale getirdik. Laboratuvar ortamında üretip köpek dövüşlerinde saldırı amaçlı kullanıyoruz. Hayvanın doğasında direkt saldırmak var. İşte ben de insanın pitbullaşmasını anlatıyorum. Elimiz toprağa değmiyor artık oksijen almak için başka yerlere gidiyoruz. Sürekli demir, beton, karbondioksit soluyoruz. Sanki evrim geçiriyoruz. Herkes çok gergin ve saldırgan. İnsanlar birbirinden uzaklaşmaya başladı. Eşi dostu bırak, insan karısından kocasından uzaklaşmaya başladı. Yalnızlaşmaya başladık. Çok acayip bir dönemden geçiyoruz.

Sohbet de kalmadı…

Kesinlikle, eskiden bir masaya oturulur, bir arada yemek yenirdi.  Şimdi bu kalmadı. Çocuğun elinde tablet, diğerinin elinde telefon kimse kimseyle sohbet etmiyor. Bir an önce yiyelim de kalkalım diyoruz. Halbuki sofra bir kültürdür. Hayallerini, yaptıklarını anlatırsın, sohbet edersin. Bunlar kalmadı. Yakınlık kurabildiğimiz tek alan telefon, internet. Birbirimize artık ulaşamıyoruz. Konuşmayı unutacağız yakında.

Konuşmak demişken bir de Türkçe'yi düzgün kullanma meselesi var…

Mesela ben de kitabımı hazırlarken dile çok önem verdim. İlk iki kitabım da dil üzerineydi. İyi Türkçe konuşmak, düzgün Türkçe kullanmak gibi bir derdim var. Gençlerin sorunlarından biri dil.

Evet, “içerisinde, gelcem, yapcan mı?” diye kullanıyorlar…

Televizyonda, YouTube’ta ne görürse o dili kullanmaya başladılar. Müthiş bir kirlilik var. O yüzden gençler kitap okuyunca sıkılıyor. Türkçeyi başka bir dil gibi algılamamaya başlıyor çocuklar.

YAZDIKLARIMI ÖNCE EŞİM OKUR

Yazdıklarını önce kime okutursun, var mı  güvendiğin isimler?


Başta karıma okuturum. Çünkü müthiş acımasızdır. Beni hiç pohpohlamaz hatta sinirim bozulur.  Ona çok güvenirim. Bir de Turgay Kantürk okur öykülerimi. Çok eski bir arkadaşım.

İyi bir edebiyatçı ve tiyatrocudur. İyi bir editördür aynı zamanda. Yazdığım her öyküyü ona gönderirim. Turgay da acımasızdır ki ben de acımasız insanları severim. Beni öven “Aman ne kadar güzel yazıyorsun” diyene çok itibar etmem. Beni eleştiren insanı severim. Ne kadar doğru ya da yanlış olsa benim bir yere bakmama neden olur. Sonra kendi bildiğimi gibi yaparım ama önce karşımdakinin eleştirdiği noktayı bir görmek isterim.

Kitabı Pelin Su’ya adamışsın…

Evet, çünkü onun çok emeği var. O olmasa ben yapamazdım. Çok hak etti. Şu kitabı yazayım diye bana çok konfor sağladı ki. Evin en büyük odasını bana ayırdı. Orayı kütüphane haline getirdim. Bana vakit de yarattı ki bu büyük bir konfor. Çağımızın en büyük zenginliği vakitmiş ya hu. Kentte yaşarken hakikaten bunu ıskalıyoruz ama en büyük nakit vakit. Pelin Su sayesinde günde 6-7 saat çalışabildim, bu çok büyük bir lüks.

Disiplini nasıl sağlıyorsun, tembellikle nasıl baş ediyorsun?

Tembelliğe bayılırım. Benim için tembellik olmazsa olmaz. Tembellik anlarım vardır ama bir Başak burcu olarak da disiplini hiç elden bırakmam. “Sabah kalkıp 10’dan 12’ye kadar yazacağım” dersem, yazarım. Kimse beni engelleyemez. Sonra tembellik yaparım. Çıkarım, Moda’da dolaşırım, çay bahçesine giderim, birileriyle sohbet ederim ama saat dörtte yine masamın başında olurum. Çağımız tembelliğe çok müsait Sibel. Televizyon açıyorsun bin tane kanal, şu diziyi seyredeyim internette şuna bakayım derken aklımız çeliniyor. Buna müsaade etmemek gerekiyor.

SABAHA KARŞI YAZMAYI SEVERİM

Nasıl bir ortamda yazıyorsun?


Kahvede ya da kafede yazan biri değilim. Kafam dağılır. Genelde bu konuda biraz eski kafalı bir adamım. Eski ortam severim, modern ortamlarda yazamam. Eski berjer koltuklar, eski objeler… Antika bir çalışma masam, yerde halım vardır. Sepya görmek isterim. Ahşap, çiçek, oyuncak görmek isterim. Biraz kalabalık da severim. Çok ıssızlık da bana göre değil. Gece yazmayı çok severim hatta sabaha karşı. Bence en doğurgan saatler. Mesela benim için özel öyküleri gün ağarırken yazmışım. Dünya ıssız, sokaktan bir tek araba geçmiyor. Pencereleri açıyorum, dışarıyı dinliyorum.

YASTIĞIMIN BAŞINDA DEFTERİM VARDIR

Defter taşır mısın, mesela otururken zihninde cümleler uçuşur mu?


Yastığımın başında küçük bir defterim ve kalemim varır. Bazen aklıma bırak cümleyi bir kelime geliyor unutmayayım diye hemen not alıyorum.

İyi ki okumuşum dediğin yazarları sorsam…

Türkiye’de yaşayan, okuyan yazan herkesi etkilendiği gibi ben de Sait Faik’ten çok etkilendim. Sabahattin Ali’den çok etkilendim. Hem iyi bir çevirmen ve hem de iyi bir öykücü olarak Tomris Uyar’dan çok etkilendim. Sevim Burak, Reşat Güntekin ve Ömer Seyfettin’den çok etkilendim her çocuk gibi.

Yazmak mı, oynamak mı?

Yola yazar olarak çıktım, oyuncu olarak devam ediyorum. Oyunculuk ağır bastı. Ayrı alanlar ama ikisini de dengede tutmaya çalışıyorum. 

GÜNDE EN AZ BİR SAYFA YAZ!

Yazarlara tavsiye alsak…


Disiplinli olacaksın, günde en az bir sayfa yazacaksın. Yanında defter taşı. Kendine acımasız ol. Dönüp baktığında utanacağın şeyler yazma. Kendine karşı acımasız olursan dünyanın en iyi işini çıkarırsın. Bu öğütleri veriyorum ama kendim de uyguladım. Kendime de acımasız davrandım. Çünkü Levent Tülek oyuncu, heves etti de kitap yazdı gibi algılanmasını istemiyorum. 
Konular Röportaj