Usta oyuncunun derin torun sevgisi

Ara verdiği dönem beş ayrı dizi önerisini reddedip kızının yanında olmayı ve anneanneliğin tadını çıkarmayı tercih eden Arsen Gürzap, “Önce anne, sonra sanatçıyım” diyor. Şimdilerde ise hayatındaki en önemli kişi torunu Eliz.

Usta oyuncunun derin torun sevgisi
Akşam'dan Emine Bıyık'ın röportajı..

Son zamanlarda neler yapıyorsunuz?

Yoğun çalışıyorum. Ayrıca yaklaşık 2 yıldır hayatımda çok önemli biri var, o da torunum. Yaşam sevincim o benim. Onunla birlikte çok mutluyum. Dilerim herkes bir gün bu olağanüstü duyguyu tadar.

Ben de yakın bir zaman önce hala oldum, gerçekten çok güzel bir duyguymuş…
Gerçekten öyle… Yaş aldıkça büyük heyecanlar da büyük hüsranlar da yaşamıyorsunuz. Her şeyi daha doğal daha dengeli karşılıyorsunuz. İşte böyle bir dönemdeyken ‘sevgi bombası’ gibi hayatımızın ortasına düştü. Olağanüstü bir duygu yaşatıyor bize. Allah ona sağlık ve şanslı bir yaşam versin. İlk zamanlar ‘su akar, deli bakar’ misali babaannesiyle birlikte öylece bakardık ona. Hiçbir tepki vermezdi. Artık konuşmaya başladı. Her şey çok daha keyifli bir hâl aldı şimdi.

İsmi ne?
Eliz… ‘Anneanneku’ dediği zaman ‘anneanneciğim’ demek. ‘Anneku’ anneciğim demek. ‘Ku’ eki büyük bir iltifat yani. Geçenlerde büyükbabasına ‘Dedeku’ dedi. Ben de “Kurtuluş, bu büyük bir iltifat” dedim. Adeta bir taş bebek, Angeline Jolie’den daha güzel olacak. Durun, resmini göstereyim (Telefonundan Eliz’in fotoğraflarını gösteriyor).

Peki, kızlarınızla nasıl bir ilişkiniz vardı?
Onları yetiştirirken otoriter bir anne olmayı değil, dost olmayı tercih ettim. Bu yüzden dostluğumuz hâlâ sürüyor. Biz aslında üç yakın arkadaşız. Her konuyu konuşup tartışabiliriz ama sertleşmeden tabii. Çünkü konuşurken de şiddet uygulaya bilrsiniz karşınızdakine. Ben her türlü şiddete karşıyım.

Gerçekten çok sakin görünüyorsunuz, hiç kaybetmez misiniz kendinizi?
Bugüne kadar kendimi sadece üç kez kaybettim. Bir keresinde bir banka memuru bana son derece tatsız davrandı. Kendisini terbiyeli olmaya davet ettim ama tutumu düzelmeyince kendimi kaybetmişim. Bilgesu Erenus yanımdaydı ve “Arsen ne yapıyorsun?” demişti. İnanın, hayatımda belki de tektir. Kavga etmem, edemem çünkü.

Huzur önemli olmalı o zaman sizin için…
Evet, mümkün olduğu kadar huzurlu yaşamaya çalışıyorum. Kızlarımla da bu yüzden her zaman dost olmaya çalıştım. Çünkü ancak böyle olursa düzgün, huzurlu bir ilişki yürür.

Önce anneyim...

Ekranlarda uzun bir süredir görmüyoruz sizi. Bunun nedeni neydi?
Kızımın bebek beklediğini öğrendiğimde menajerime telefon açtım ve bir süre çalışmayacağımı söyledim. İlginçtir o süre içinde Erbay haftada bir gün beni arıyordu. O dönem beş ayrı dizi önerisi geldi. Ama ben kızımın yanında olmayı ve anneanneliğin tadını çıkarmak istedim. Çünkü bir anne adayının eğer hayattaysa en büyük destekçisi annesidir. Ben önce anneyim, sonra sanatçıyım, hocayım.

‘Güllerin Savaşı’na nasıl ikna oldunuz peki?
Benim için kadro ve yapım şirketi çok önemli. Ayrıca bu dizinin senaryosu da etkili oldu. 

Gülru ve Gülfem arasındaki savaşı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gülru karakteri, neredeyse gözünü açtığından bu yana bir amacı olan ve adım adım o amacı gerçekleştiren, son derece kararlı ama bu arada da kendini donatmayı bilen, sabrını iyi kullanan bir kimlik. Diğer taraftan Gülfem için çok şey söylenebilir. Psikolojik sorunlar yaşanmış yıkıcı bir mesele var. Gülfem’in durumunu göz önüne aldığınızda hayata böyle bakmak olağan karşılanabilir. Ömer karakteriyse tutarlılığıyla iki karakterin cazibe alanına giriyor.

Sevgiden kimse şımarmaz

Dizideki karakteriniz Cahide Hekimoğlu ‘Bir İstanbul Masalı’nda canlandırdığınız anneye benziyor. İkisinin de oğlu kendi sosyal sınıfından olmayan birine âşık oluyor. 
Üst sosyal sınıfta yaşayan insanların kaderi bu galiba... O camia bu sınıf farkını çok doğal karşılamıyor, yediremiyorlar. Ama hayatın biçimlenişine de çoğu kez engel olamıyorlar. ‘Bir İstanbul Masalı’nda da bu böyle oldu. Bu dizide de engel olunabileceğini sanmıyorum. Ömer çok tutarlı, ne yaptığını bilen, işine kimseyi karıştırmayan biri. O nedenle annesine çok fazla söz düşeceğini sanmıyorum.Türkiye’de insanlar, gerçek hayatta asla kabullenmeyecekleri ilişkileri, bir dizide onaylayabiliyor. Ama bu gerçek     düşüncelerini etkilemiyor.Bu sorunuza şöyle cevap vereyim; Türk kadını son derece güç şartlar altında yaşar. Genellikle kayınvalidenin çok büyük bir egemenliği vardır. Gelin, kayınvalideden çekerek yaşar hayatı. Derken bir gün kendi oğlu olur ve bütün çektiklerini gelinine çektirir. Gerçek hayatta “O kız benim oğluma layık değil” der. Televizyonda bunu söyleyen bir kayınvalide gördüğü zaman delirir. Böyle bir çelişki bu ve bu çelişki, yani kendi yaşadığı acıyı bir başkasına yaşatma güdüsü benim hiç anlayamadığım bir şeydir.

Hayat hikâyenizi merak ediyorum, nasıl geçti çocukluğunuz?
Dört abiden sonra dünyaya gelmiş bir kız çocuğuyum ve doğal olarak çok yoğun bir sevgi ortamında büyüdüm. Düşünün en küçük abim benden 7 yaş büyüktü. Oyuncak gibiydim bütün aile için. Sevgiden kimse şımarmaz. Sevgi; sevmeyi ve paylaşmayı öğretir. Ben çok şanslıydım bu anlamda. Bir de dört abi olunca evde hiç bitmeyen bir hareket olurdu. Biri kahvaltı eder, öbürü kalkar. Kimse uzun uzadıya üzüntüsünü yaşayamazdı çünkü vakit olmazdı. İtalyan aileleri gibiydik. Çok keyifli bir ortamdı. Mesela hatırlıyorum da çocukluğum ve genç kızlığım boyunca hiç bayram ziyaretine gitmedik. Çünkü herkes bize gelirdi.

Çocukken de bu kadar sakin miydiniz?
Sakindim çünkü babam çok sakindi. Çok konuşmayı sevmezdi. Az ve öz konuşurdu. Verdiği sözleri tutardı. Hayatım boyunca onu örnek aldım.

Hiç mi yaramazlık yapmadınız çocukluğunuz boyunca?
Bir keresinde bisikletten uçmuştum mesela, bütün bacaklarım soyulmuştu. Herkes perişan olmuştu. O durumda bile sakindim.

Oyunculuk nasıl başladı?
Abilerimden biri Devlet Tiyatrosu oyuncusuydu. Ben de 8-9 yaşında çocuk tiyatrosunda önce figüran olarak oynadım, diyaloğum yoktu.  Sonra başka bir oyunda bir iki cümle söylediğim bir rolde oynadım. Ertesi sene de 11 yaşındayken Turandot Operası’nda çocuk korosunda yer aldım. O zaman aklıma koymuştum zaten oyuncu olmayı. 78 yılında İstanbul’a geldim. AKM’de İstanbul Devlet Tiyatrosu daimi kadrosu oluşturulmak üzere görevlendirildik. Böyle devam etti hikâye.

Başka bir meslek düşünmediniz mi hiç?
Ya mimar ya oyuncu olmak istiyordum ama 8 yaşında kulisin tozunu yutunca oyunculuk daha cazip geldi.

Hiç ‘bugünkü aklım olsaydı’ diye cümleler kurdunuz mu?
Sadece bir olay için böyle bir cümle kurdum. Paylaşamam ama bir olay var ki bugünkü aklım olsaydı yapmazdım. Onun dışında keşkem yoktur.
Konular Röportaj