'Nigar Kalfa' bilinmeyenlerini anlattı

‘Elveda Rumeli’nin Zarife’si, ‘Muhteşem Yüzyıl’ın Nigar Kalfa’sı yani Filiz Ahmet, ‘Kadın İşi: Banka Soygunu’ adlı filmde aktivist Bilge’yi oynuyor. “Haklıysam susmam, arkasında dururum” diyen Filiz Ahmet’ten samimi bir söyleşi.

'Nigar Kalfa' bilinmeyenlerini anlattı
Nasıl bir hikâyesi var filmin?
Birtakım çaresizlikler nedeniyle tek çözümün hırsızlık olduğuna karar veren kadınların banka soyma hikâyesi. Profesyonel soyguncu olmadıkları için haliyle yüzlerine gözlerine bulaştırıyorlar. Hem kadın dayanışması hem de dostluk hikâyesi. Hikâyede en çok ilgimi çeken, dört ayrı karakterin aslında nasıl da can ciğer hale geleceği oldu. Benim oynadığım Bilge karakteri aktivist, devrimci bir kız.

Aktivist Bilge gibi ailenize asilik yaptınız mı?
Asiliklerim olmuştur tabii ki. Bir konuda haklıysam, susmam, sonuna kadar arkasında dururum. Sadece sesimi yükseltmek için de bir şeylere karşı çıkmam.

Filmdeki gibi hırsızlık yaptınız mı?
Beş yaşımdaydım, arkadaşımla bakkala gitmiştik. Elimizde bir sakız parası vardı, verdim, elimi kavanoza daldırıp iki sakız aldım. Arkadaşım için yapmıştım. Adını da hatırlıyorum: Ercan. Yazlıktaydık. Bir keresinde de annemle yürürken tezgâhtaki balonu almışım. Hiç hatırlamıyorum; annem anlattı. Balonu aldığımı fark edince “Ne bu?” diye sormuş. “Bir daha yapmayacağım” demişim, balonu vermişiz.

BÜTÜN İSTEKLERİNE ULAŞAMAZSIN

Filmdeki karakter gibi sahip olmak istediğiniz bir şey için hayatınızı tehlikeye atar mısınız?

Hırslarım var ama olanaklarımla halletmeye çalışırım. Olmuyorsa da zorlamam. Çünkü canımı da ailemi de seviyorum. Ne kadarsa o kadar. Hayat bu! Bazı isteklerine ulaşırsın bazılarına ulaşmazsın.

Kader ve kısmete inanır mısınız? 
İnanıyorum. ‘Elveda Rumeli’ dizisi için ekip Makedonya’ya geldiğinde onlara çeviri yapıp bilmedikleri yerler için yardımcı olacaktım. Ne aklımda kamera karşısına geçmek vardı ne de başka bir şey. Tiyatroyla ilgileniyordum. Sonra aralarında “Zarife olmaz mı?” diye konuştuklarını duydum ama hiç üzerime alınmadım. Üç kız kardeşin tanınmış isimlerden olmasını istiyorlardı. Tiyatroda onlar için oyuncu seçimi yapıyordum ama kendim girmiyor, “Oynamam” diyordum. Sonra İstanbul’a tatil için geldim. Yapımcı aradı, çağırdılar, yine yardım edeceğim sanıyorum. “Ne kadar kalacaksın?” diye sorunca daha kalacağım” der demez teksti attılar önüme. “Rol aldın” dediler. Bir anda “İstemiyorum, durun bir bakayım, ne olacağım, kimi oynayacağım” derken kendimi Üsküp’te kameranın önünde buldum.

KISMETİMSE BANA GELİR

İlk set gününde heyecanlandınız mı?

Çok. Zaten ilk gün kostümüme kahve döküldü. Daha ilk sahneyi bile çekmemişim. Herkes panik olunca ben de “Ne var canım başkasının sahnesi çekilsin, benim sahnem sonra çekilir” diyorum. Set işleyişini bilmiyorum ki. O kadar ışık, dekor benim sahnem için hazırlanmış.

Kamera korkunuz yüzünden ‘Muhteşem Yüzyıl’ı kabul etmeyebilirdiniz de.
Alışmıştım artık. Korkulacak bir şey olmadığını gördüm. Sevdim hatta tiyatrodan daha rahat olduğunu gördüm. Bir gün evde otururken telefon geldi. Görüştük ama hemen olmadı. Sonra yeniden görüştük yine kendimi sette buldum. Hiçbir zaman zorlamayı seçmem. Zorlarsan olmayınca da üzülüyorsun. Eğer benim kısmetimse bana geleceğine inanırım. ‘Muhteşem Yüzyıl’da da bir yıl boyunca telefon görüşmeleri sonunda rolü aldım. Birkaç bölüm oynayayım diye düşündüm. O birkaç bölüm 100 bölüm oldu. Biraz şanslıyım biraz da “Kısmetim neyse o” diyorum. Güzel düşünüp o enerjiyi yayınca zaten sana dönüyor.

Tıp eğitimi mi almışsınız.
Hemşirelik… Çok istediğim bir şey değildi. Babamın “Bu kız oyuncu olacak galiba” korkusuyla o okula gittim. Ancak korku çare değil, gördüğünüz gibi önüne geçilmiyor. 6 yaşımdan beri tiyatronun içindeyim. Zaten ailemde de oyuncular var. Annem suflördü, dedem oyuncu. Dünyadaki ilk azınlık tiyatrosunun kurucusu.

Dedeniz sizi dizide izledi mi?
Bu yaşadıklarımın hiçbirini göremedi. Görse çok mutlu olurdu. Çünkü Ertan’ı (Saban) televizyonda ilk gördüğünde  arayıp numarasını istemişti tebrik etmek için. O kadar utandım ki, benim çocukluk arkadaşım fakat hiç öyle bir incelik düşünememiştim. Ertan da “Lütfü Ağabey’in sesini duyunca çok gururlandım” demişti. Çünkü dedem çok ünlü oyuncu, yönetmen. Makedonya’da duayen. 

Dedenizle aynı sahnede oynadınız mı?
Olmadı. Dedem emekli olmuştu, ben o arada üniversiteyi bitirmiştim. Yaşlıydı, yarın öbür gün ne olacağı belli olmaz diye bir oyun yazdı, onu sahneleyecektik. O dönem hastalandı zaten. ‘Harfler Oyunu’ diye bir çocuk programı yapıyordu. Ben de ‘d’ harfiydim ve “D harfi, dedecik dedecik” diyordum. Epey küçüktüm. Tek karem budur dedemle. Bir mucize olsa ve “Ne istersin?” deseler dedemle aynı sahnede olmayı isterim.

Peki, dedeniz meslek hayatınıza dair öğütler verir miydi?
Evet, “Rolün büyüğü küçüğü olmaz. Oyuncunun büyüğü küçüğü olur” derdi. Hiçbir zaman küçümsememek lazım. Çünkü o küçük rolün sana ne getireceğini asla bilemezsin.

Babanız oyuncu olmanızı istememiş, sonra nasıl kabul ettirdiniz?
Bu işi yapmazsam üniversitenin hiçbir bölümünü yazmam diye direttim. Ortaokul mezunu olarak kalmak da aile yapısına ters düşecek. Çünkü ülkenin yüzde sekseni üniversitelidir. Bir gün babamı karşıma aldım ve “Sana söz, konservatuvara en iyi puanla girmezsem, bırakacağım ve istediğin okula gideceğim” dedim. Sınav sonuçları çıktığında, arkadaşıma baktırdım. “Geçmişsin” dedi. “Hayır” dedim, “Geçmem önemli değil, git bak bakalım kaçıncı sıradayım?” İlk sırada olduğumu söyleyince yerimden kalkamadım. Birinciliğimi babama götürdüm. Şöyle bir baktı, kafasını çevirdi. Kabul etti ama hep protesto etti beni. Sınavlarımın hiçbirine gelmedi ama sonraları her işimde en büyük destekçim oldu. Hatta sonra bir gün “İyi ki başına buyruk bir çocuksun da bu konuda bana karşı çıktın. Seni kısıtladığım için vicdan azabı çekerdim” dedi.

Sokakta oynayan çocuklardan mıydınız?
Mahalle oyunları çoktur bizde. Burada çocukları çok görmüyorum sokakta. Saklambaç, lastik oynardık. Lastikte iyi olmadığım için hep dışlanırdım. Ağaçların tepesine çıkardım. İsveç’e taşındığımızda baktım bütün kız arkadaşlarımın Barbie bebekleri var, benim de sapanım (gülüyor). Ağacın üstüne ev yapmışım. “Bana da bebek alın” deyince ailem şaşırdı ama alındıktan sonra yine de çok oynamadım.

İNADIM BAŞARIYA YÖNELİK

Peki, inatçı bir çocuk muydunuz?

Pis bir inadım vardı. “Yapma!” dedikleri an “Yapacağım diye bağırırdım. Sistemimi öğrenince “Yap kızım” demeye başladılar. Şimdi öyle değilim, sırf inat olsun diye yapmazdım. “Yapamazsın” dendiğinde Balkan insanı “Nasıl yapamam!” der. Benim inadım başarıya yönelik...

Sizin için aşk mı, iş mi ön planda desem?
“İş” derim. Bir şey için dua edeceksem ya da “Bir dilek dile” denildiğinde 3 dileğim varsa birinci sırada aileme, kendime ve sevdiklerime sağlık, ikinci sırada iş, üçüncü sırada aşk olsun isterim.

YALNIZ KALMAYI SEVMEM

Seyahat etmeyi de çok seviyormuşsunuz, gezdiğiniz ülkeler arasında, “Burada yaşarım” dediğiniz bir yer oldu mu?

Olmadı. O kadar maceracı değilim. Yaşadığım yerde ne varsa gittiğim yerlerde de aynısı var. Ayrıca yeniden hayat kurmak, tanıdıklarımdan, ailemden uzak olmak çok tercih ettiğim bir şey değil. Türkiye’ye gelirken de biraz tereddütlüydüm ama en azından burada akrabalarım, arkadaşlarım vardı. Dönmek istersem uçakla 1 saat, arabayla 8 saatte evimde olabileceğimi bilmenin verdiği güven vardı. Yalnız kalamayacağımı biliyordum. Uzun süre yalnız kalmayı da çok sevmem. Evde tek başıma yatmayı yeni yeni öğreniyorum. Koridor yanar ve yatak odasındaki televizyonun sesi az da olsa açık olurdu. Eve girer girmez daha montumu çıkarmadan televizyonu açtığımı bilirim. Kalabalık bir ailede yaşamaya çok alışkınım. Küçükken tatile gitmeden önce sırf iki hafta görüşemeyeceğiz diye anneannem ve babaannemleri ziyarete giderdik. Böyle alışıp büyüdüğüm için yalnızlığı pek sevmem.

SİBEL ATEŞ YENGİN / AKŞAM İNTERNET SİTESİ
Konular Röportaj