Senaristi 'Son' dizisini anlattı

"Son" dizisinin senaristi Berkun Oya: "Beni eğlendirmeyen hiçbir şey yapmaktan keyif almam" ifadesinde bulundu..

Senaristi 'Son' dizisini anlattı

Tam bir yıl önce Şubat ayında Yeni Aktüel'de bir söyleşin var. Orada şöyle diyorsun; "Dizi yazmak korkunç bir şey. Beni esir alabilir. Benim de pek ilgim yok bu yüzden!"
Evet, dizi işi zor bir iş. Üstelik bunu benden çok daha iyi yapabilecek insanlar var, ben bu alanda iddialı biri değilim.

Peki dizi teklifi Ay Yapım'dan mı geldi, senden mi?
Onların kafasında bazı düşünceler vardı, bir ortak noktada buluştuk ama bir sene önce Yeni Aktüel'e söylediğim şeyler hâlâ geçerli. Hatta şimdi daha da geçerli, yazdığım için! O dünya ile kurduğum bağın çok sağlam olması olası değil gibi geliyor bana.

O ne demek?
Dizi pratiğinde sürekli düşünmek anlamında söylüyorum bunu. Ama ne istediğini çok iyi bilen ve çok iyi tarif edebilen biri Kerem (Çatay). Benim için şans, çünkü benim büyük bir tecrübem yok televizyonda. Zaten ne zaman ekranda bir şey yapsam sonu iyi olmadı. Yani sonuçta evine çok sık gidebileceğim bir arkadaşım değil, televizyon.

CAZİP BİR İŞ!

Dizinin bugüne kadar güç anlaşıldığı söylendi, belki de bir film olsaydı, 1.5 saatte başlayıp bitseydi böyle bir sorun yaşanmazdı. Zaman sıçramalarından ve geriye dönüşlerden insan neyi, nereye bağlayacağını bulmakta zorlanıyor... Bu bir dezavantaj değil mi?
Film olsa bu kadar çetrefilli ve sofistike kanallardan ilerlemezdi. 25 bölüm diyoruz ama bu hiç kısa bir süre değil. Orada biraz öncelikler meselesi geliyor ortaya. Altı dakika kimsenin bir şey yapmadan boş boş birbirine baktığı, birtakım kadınların yatakta embriyo pozisyonunda, müzik altında uzun süre durdukları bir diziden ne kadar uzak olursak, o kadar huzurlu ve mutlu olacağımız düşüncesi ile yola çıktım.

Peki, 'kolay izlenebilir'in formülü nedir?
Benim açımdan hikayedeki bu sofistike, birbirine bağlanan ve karışık kurgu çok cazip... Ama bu seyirciye lezzetli ve takip edilebilir bir şekilde geçtiği takdirde tabii. Seyircinin de bizimle birlikte hareket etmesi gerekiyor...

Üstelik karşında rahata alışmış seyirci var..
Evet, seyirciye alıştığından fazla bir şey vermenin en önemli kriterlerinden biri şu olmalı sanıyorum; alıştığı şeyin güzel taraflarını ona yine vermek ama alıştığı şeyin kötü taraflarını da ayıklamak... Bu anlamda alıştığı şey nedir seyircinin, oturup onu takip edebilmek ve bunun fazlasını sağlamak... Burada biz özeleştirimizi zaten ilk üç bölümün ardından çok süratli bir şekilde yaptık.

Hikayenin bu şekilde anlatımının risk olduğunun farkındaydınız yani!
Tabii. Bir de şöyle düşün: Gerçekten zor bir yola girildi. Yönetmeni, senaristi, oyuncusu, yapımcısı ve setçisi; hepsi çok riskli bir işin içindeler. İlk bölüm yayınlandığında zaten ilk üç bölüm çekilmişti. Dönüşü yoktu yani.

'DÜMEN KIRMADIK, KIRMAYIZ!'

Seyircinin tepkisini ölçmek kaçıncı bölüme kaldı?
Bu kadar hazırlanmış bir işte dördüncü, beşinci bölümlerden sonra rötuş yapabiliyorsunuz ancak. Bizim de "Bakın şimdi anlaşılmayacak bir şey yapacağız" gibi bir iddiamız olamayacağına göre, o ayar ancak beşinci bölümden itibaren yapılmaya başlandı.

Anlaşılır yapacağız derken aman o tadı kaybetmeyelim?
Yok canım. Ama seyircinin çok daha kolay takip edebileceği bir hale getirildiği kesin... Sonuçta derdimiz insanların bu diziyi seyretmesi... Tabii ki; sofistike tadı baki kalacak. Zaten ne kadar hafifletsek de yapısı gayet komplike...

Buna izleyiciden gelen tepkiler üzerine mi karar vermiştiniz?
Hayır. Biz farkındaydık zaten. Ama ayar çekmek başka şey, her şeyi değiştirip yolda dümen kırmak başka bir şey. Biz dümen kırmayız. 

İnsanlar evlerinde oturup kafa dağıtalım derken ne işler açtın başlarına?
Açıkçası insanların evde oturup çok rahat izleyecekleri bir şey yapmakla ilgilenmem ben. Ama dedim ya, o doz aşımını ancak yaşayarak görebilirdik. Şimdi herkes takip edebiliyor hikayeyi. Ayrıca bu; hiçbir zaman çekirdek çıtlatıp, mutfağa gidip gelip izlenecek bir dizi olmayacak.

Ama çekirdek çitlenen çok güzel diziler de var, üstelik de kolay takip ediliyorlar!
Olabilir ama ben, beni eğlendirmeyen herhangi bir şeyi yapmaktan keyif almam. Tiyatroda da böyle, televizyonda da böyle. Üstelik ben televizyonda daha önce yaptığım işlerle de bu tepkileri almaya zaman içerisinde alıştım.

TİYATROYA İDDİALI BİR İSİM KOYMADIK

Senin bir de tiyatron, Tiyatro Krek var. Krek nedir?
Krek'in bir anlamı yok! Bir kitabı açıp satırlardan birine iki başparmağımı koymuştum; orada da 'krek' yazıyordu, onu seçtim. İsim koymak zaten başlı başına zor ve tehlikeli bir şey. İnsanların çocuğu oluyor adını 'Fidan' koyuyor, 18 yaşına geliyor; 110 kilo bir kız, geçmiş olsun. O yüzden böyle iddialı isimler koymayı hiç düşünmemiştik. Sadece bir adının olması gerektiği için, birtakım harflerin yan yana gelmesi gerekiyordu. O zaman da öyle denk gelmişti işte.

YENİ PROJEYE VAKİT YOK

15 dakikalık kısa oyunlar yaptın. Bu da enteresan aslında... Adam hazırlanıyor, arabalara biniyor, tiyatroya geliyor, 15 dakika sonra oyun bitiyor ve gidiyor
...
Ama onun seyircisi de biraz ona göre belirleniyor. Mesela; biz 'Bomba'yı oynarken, o 15 dakikayı gün içinde bir araya sokup sonra hayatlarına devam ediyorlardı. Ayrıca ben bunları, kısa oyunlar diye yazmıyorum. Yazdığım şey; kaç sayfaysa oyun o işte. Bazen 8 sayfa oluyor, bazen 100 sayfa. Bana göre kısa bir oyun değil. 8 sayfa olduğu için kısa oyun deniyor o kadar. O süre içerisinde seyirciye yaşattığınız şeyin, süresel karşılığı çok soyut aslında.

Peki dizinin dışında başka bir proje var mı?
Ne projesi? Dizi dışında hiçbir şey yapamıyorum ki... Sadece yüzümü yıkamak, ayakkabılarımı bağlamak gibi vakitlerim var. Onun dışında hayatımda bir tek dizi yani 'Son' var.

EVDE TELEVİZYON YOK

"10 senedir evde televizyon yok" demişsin. 'Son' dizisinden sonra da yok mu?
Hayır, yok! Ama evde TV olmadan dizi yazmanın sıkıntılarını bir şekilde çözüyorum.

Yani dizi izlemeden dizi yazıyorsun.
Yok canım, dizi izlemek için bir yerlerde televizyon kullanıyorum elbette.
 
Peki neden TV izlemiyorsun?
Şöyle açıklayayım; bir eve misafirliğe gittiğimde en aptal reklama bile gözümü ayırmadan bakabiliyorum.

Arda Uskan




 

Konular Röportaj