Her devrin adamı olmak kolay değildir!...
"Dün dündür,bugün bugündür!"...Her 10 yılda başka bir Sinan Çetin!..Siyah tişörtü, saçı sakalı hemen hemen hiç değişmedi ama o, 70'lerden günümüze her 10 yılda bambaşka bir kanatta kameraların arkasına geçti. Bir dönemin solcusu, sonrasının Tansu Çiller destekçisi, şimdilerin AKP&#
Yıl 1986. Son çektiği birkaç filmle topa tutulmuş genç yönetmen,
memleketi terk edip İngiltere'ye yerleşmeye niyetli. Uçak bileti
cebinde, kendine inancı tam. Telefonu çalar bir akşam. Renault 9
çıkmak üzeredir, reklâm filmini çekmesi istenir. Hayatının
kararıdır. Çeker, film çok ses getirir, kalır. Reklâm piyasasının
önde gelenlerinden biri olarak...
Belki de o akşam o telefon gelmeseydi, bugün hayatımızda Sinan
Çetin diye biri olmayacaktı. Her fırsatta laf attığı 'enteller'
boynu bükük, nefret ettiği 'sanat filmleri' başıboş, Cihangir'in
kedileri özgür kalacaktı, kim bilir?
8 kardeşten biri
1 Mart 1953 tarihinde Van'ın Bahçesaray ilçesinde başlar Sinan
Çetin'in hikâyesi. Gümrük muhafaza memuru Mehdi Bey ile asıl adı
olan Şöhret, nüfus memurunun yanlış anlamasına kurban giden Şevket
Hanım'ın oğludur.
Süt ağabeyiyle beraber 8 kardeştirler. Babaları, bir ara Suriye
sınırında görev yapmıştır. Daha sonra oğlunun "Propaganda" filminde
anlatacağı gibi... Ahlaklı, rüşvet olarak getirilen peyniri, balı
getirenin kafasına atan bir memurdur. Annesi ise daha 'rasyonel'dir
Çetin'in anlattığına göre, "Evde yiyecek yok, sen kafalarına
atıyorsun" der. Sinan Çetin, babasından çok annesine yakın hisseder
kendisini.
Pek çok memur çocuğu gibi oradan oraya göçmekle geçer hayatının ilk
7 yılı. Ordu, Erzurum Aşkale derken, Ankara'ya yerleşirler, babası
bir bakkal dükkânı açar. Sinan Çetin'in Samanpazarı'nda Sakalar
İlkokulu'nda başlayan öğrenim hayatı Gazi Lisesi'nde devam
eder.
'Toplu şizofreni'
Uzun saçları, İspanyol paça pantolonları yüzünden öğretmeni Deli
Veli'den sürekli dayak yediği için Ankara Atatürk Lisesi'ne geçer
sonunda. Veli Bey de onu izler lakin... Lise demek sopa yemektir
onun için özetle. Sadece öğretmenlerden değil, ülkücülerden
de...
Liseden sonra bir süre Hacettepe Üniversitesi'nde Eczacılık,
ardından Sanat Tarihi okur. İnsanları yan durdurtup karikatürlerini
çizerek, sonra da ağabeyi Cemil Çetin'in ona aldığı makineyle
fotoğraflarını çekerek para kazanır, çizdiği kara kalem işçi
resimleri sendikaların duvarlarını süsler. Ancak içinde yer aldığı
sol hareketi 'toplu şizofreni' diye niteler daha sonra. "Mülkiyetin
ve egonun bir suç olduğunu düşünüyorduk. Böylece başarısız bir
topluma gitmeye başladık" diye özetler durumu Kürşat Başar'a.
'Mecbur kalmıştır', 'Sanki o dönemler öyledir..."
Altın Portakal iyi de...
Okuldan sıkılınca, 1977'de dönüp mezun olmak üzere İstanbul'a
gider. Bir arkadaş vasıtasıyla Atıf Yılmaz'la tanışır ve 1975'te
Zeki Ökten'in "Hanzo" filinde asistanlık yaparak adım atar
sinemaya. 1980'de ilk uzun filmini çeker: "Bir Günün Hikâyesi". Nur
Sürer ve Fikret Hakan'ın oynadığı filmin epey bir bölümü sansüre
kurban gider.
Bunu "Çirkinler de Sever", "Çiçek Abbas" ve "14 Numara" izler.
1982'de "Çirkinler de Sever" ile En İyi Film, "14 Numara" ile En
İyi Yönetmen dallarında Altın Portakal alır ve "Bütün arkadaşlarını
kaybeder". "Ne ödülmüş kardeşim, diyorum, ben almadım, verdiler, ne
günah işledim, kötü bir şey mi, başarıya mı tahammülleri yoktu,
korktular mı anlamadım..." diye anlatır Kürşat Başar'a durumu.
Ama asıl şimşekleri 1985'te "Prenses"le çeker. Oysa sadece "Boktan
bir fikir uğruna ölmeyin, yazık hayatınıza" demiştir Arda Uskan'a
verdiği röportajda anlattığına göre. Ama o film yüzünden 'sokağa
çıkamaz' olur.
'Medya Maymunu'
Aynı yıl bir de çok kişisel olduğunu kabul ettiği, ama bu sebepten
de sevdiği "Gökyüzü" filmini yapar ve bir süre elini eteğini çeker
sinemadan. 1986, reklâm piyasasında yıldızının bir daha sönmemek
üzere parlayacağı yıldır. 1992'ye kadar sadece reklâm filmi çeker
peş peşe. "Ne yapıyorum ben, benim asıl işim sinema" diyene
kadar...
Dönüş filmi, Türk sinema tarihine talihsiz bir şekilde Hülya
Avşar'ın mastürbasyon sahnesiyle geçecek olan "Berlin in
Berlin"dir. Filmini Türk seyircisinin sinemasıyla barışmasında bir
milatt olarak görür.
Bu arada sürekli muhalif, anarşist olmasıyla övünen Sinan Çetin,
Tansu Çiller'in danışmanlığını yapmış, bunu da sonradan "Dışarıda
kalmayın, bu ülkeye hizmet etmek istiyorsanız gelin" diyen Çiller'e
samimiyetle inandığı için yaptığını izah etmiştir Aydınlık'ta Tunca
Arslan'a. Ancak bir süre sonra işlerin yürümediğine karar verip
'aynı samimiyetle' ayrılmıştır.
Sürekli sert açıklamalarıyla gündeme gelir ya, en çok ses
getirenlerinden biri 1994 yılında söylediği "Devletten yardım
isteyen fakir sinemacı eşektir" cümlesi olur. Sinema dernekleri
ayağa kalkarken, en ağır yanıt Film Yapımcıları Derneği Genel
Sekreteri olan ağabeyi Sabahattin Çetin'den gelir: "Medya maymunu,
ruhunu satıyor, tanrısı para, küfürbaz, aynı soyadını taşımaktan
rahatsızım."
Tartışılan filmler
'Başarısız' insanların sığındığı laflardır bunlar Sinan Çetin'in
gözünde. Sanat sineması ise 'Beceriksizliklerin, derdini
anlatamayışların, kifayetsizliklerin' adı. "Sokakta yürüyen bir
dangalak, oturan 10 entelektüelden iyidir." sürekli ağzından
çıkacak cümlelere bir örnektir...
Bu arada bir filmde kamera asistanlığı yapmak üzere Türkiye'ye
gelen Rebecca Haas'la evlenir. Bu ikinci evliliğidir. İlkinden
Rüzgâr adında bir oğlu, ikinci eşinden de Cemil Rafael, Sinan Orfeo
ve Sahara Tess adlı üç çocuğu olur.
Fikir aşamasından gösterime girişine, hatta hadiseli galalarına
kadar mütemadiyen tartışılan filmler çeker hep. Kimden esinlendiği
konusunda sürekli dedikodu üretilen "Bay E", Kemal Sunal'ın
oynadığı son sinema filmi olan "Propaganda", hafızalara Kadir
İnanır'ın etek giydiği film olarak kazınan "Komser Şekspir"
birbirini izler...
Her ağzını açtığında
Her defasında çok iddialıdır Sinan Çetin. Şengül Balıksırtı'na
yaptığı "Komser Şekspir seyirciye duyduğu saygıyla Vizontele'yi
geçecek" açıklamasıyla Ayşe Arman'a ettiği "Vizontele'deki mega
starlar benim filmimde oynasa, ben beş milyon yapardım" cümlesinin
arası sadece 2 aydır. Yeterince 'mega' bulmadığı oyuncuları Okan
Bayülgen ve Kadir İnanır tarafından topa tutulunca da "Vizontele
bizi çivi gibi çaktı" der çıkar işin içinden.
Bu arada Plato Film'i kurmuş, yönetmenlik ve yapımcılığı birlikte
götürür olmuştur. Adının 'Sinangir' olarak anılmasına neden olacak
kadar 'yerleştiği' Cihangir'de Kafika adlı bir de kafe açar. Hani
şu kedilerin torbalara konarak uzaklaştırıldığı iddiasıyla
protestolara sahne olan kafe. Tabii Plato Film'in çektiği bir
reklam filminde ölen yavru kedi de unutulmuş değildir...
Ama işlerinin önemli bölümünü 'ukala entellere' inat yapan, bu
uğurda Bahçeşehir Üniversitesi'nde hoca bile olan Çetin yoluna hep
aynı şekilde devam ediyor. Hem kendini kavganın her türlüsüne karşı
'ciddi bir pasifist' olarak niteliyor, hem her ağzını açtığında
birine laf atıyor. "İyi ki seyirci eleştirmenleri dinlemiyor, yoksa
'Gemide'ye 5 milyon kişi giderdi" diyor örneğin. Ya da "Yumurta"
filmini 'entelektüel terör' ilan ediyor.
En son, gene rüzgara göre yön değiştiren 'muhalif' kişiliğinin bir
örneği olarak AKP'ye oy verdiğini ilan etti. Üstelik yaşadığı
'sosyetik' ortamda 'hiç de kolay değilmiş' bu, öyle diyor.
'Samimiyet' bunu gerektiriyor tabii, oy verdiği partiyi
açıklamasını... Bir gün gene aynı 'samimiyetle' buradan da
cayabilir nasıl olsa. 1970'te ayrı, 80'de ayrı, 90'da, 2000'de ayrı
düşünmesiyle övünen bir kişi zaten kendisi...
medyafaresi