İpek Durkal: 'Bak baba, seni yazdım'

Bazen kendi kendime düşünürdüm, sevdiklerim ölürse ne yaparım diye, hayat devam eder gibi gelirdi. Hayat devam ediyor tabii ama seni yiyip bitirerek...

İpek Durkal: 'Bak baba, seni yazdım'

Herkes “Nasılsın?” diye soruyor. Bilmiyorum ki, o yüzden cevap veremiyorum. İnsan, babası ölünce kalbinden başlayıp midesine kadar oturan bir acı dışında, kendini hissetmiyormuş...

Üç gün önce babanla kol kola geçtiğin caminin içinde üç gün sonra baban tabutta, sen ayakta durunca duyguların kısa devre yapıyormuş.
 
Bu yazıyı yazdığım gün tam bir hafta olmuştu. Bir yıl gibi ya da bazen bir gün gibi geliyor, insan zaman kavramını da yitiriyor.  

Kafanda bir sürü sorular dolanıp duruyor. İnsan her şeye bir cevap bulmaya çalışırken tükeniyor. Acaba şöyle şöyle olsa böyle olmaz mıydı, acaba şunu derken aslında bunu mu demek istemişti, öyle miydi böyle miydi...

Tesadüf mü?

Mesela o bir cenaze arabasının içinde bambaşka bir yerden camiye doğru yola çıkmışken, sen de bambaşka bir yoldayken ve “Niye bu yoldan gittin?” diye arkadaşına söylenirken, tam önüne aniden babanı taşıyan cenaze arabası çıkıyorsa ve sonra da üç gün önce geçtiğiniz her yerin önünden bir kez daha bu kez onunla önlü arkalı gidiyorsan kafan iyice karışıyor. Ne söylemek istedi? “Beni yalnız bırakma”mı, yoksa “Bak yine birlikteyiz” mi demek istedi... Bu ve daha bir sürü şey, neydi?

Tesadüf diye bir şey var mı ki?  

Bazen kendi kendime düşünürdüm, sevdiklerim ölürse ne yaparım diye, hayat devam eder gibi gelirdi. Hayat devam ediyor tabii ama seni yiyip bitirerek... 

“Yokluğuna alışacaksın” diyor tecrübe edenler ve ekliyorlar: “Zaman geçecek ama acısı geçmeyecek. Allah sabrını verecek.” Bazıları, “Bu daha bir şey değil, hele birkaç ay geçsin, o zaman vuracak özlem” diyor... Kendimi hazırlıyorum.  

Kimselere söyleyemiyorum ama aslında ben kendime ağlıyorum. Benim bundan sonra onunla yapamayacak olduklarıma... Kendi eksikliklerime, kendi yanlışlarıma, onu olduğu gibi kabul etmeyip değiştirmek istediğim  anlara...  

Bir de annen baban hayattaysa, sen 100 yaşına da gelsen, yine de “çocuk”sun ya, şimdi başka bir bedene geçiyormuşum gibi geliyor. Biliyor musunuz, kendisi bu köşenin en sadık okuyucusuydu. Kendisine dair bir kelime görse çok mutlu olurdu. Hani varsa gerçekten öteki taraftan “seni görebilme” durumu, bak baba bu kez seni yazdım.

NELER ÖĞRENDiM?

* Dostların ve sevginin acıya yara bandı olduğunu...
* Yakınını kaybeden birine “Başın sağ olsun” denmemesi gerektiğini... İnsanın kendisi sağ olduğu için suçluluk hissedebildiğini...
* Etrafımda na kadar çok “babasız” arkadaşım olduğunu ve bugüne kadar bunun hiç farkında olmadığımı...
* İçinden geldiği her anda sevdiklerini aramanı, hiç ertelememeni, hatta kalkıp yanlarına gitmen gerektiğini...
* Anneye babaya söylenen her “Of”un,  ya da her itirazın, onlardan çaldığın her anın kendi bedeninden tonlarca daha ağır bir yük olup ciğerine oturduğunu...
* Kaç yaşına gelirsen gel, konu annen baban olduğunda senin her zaman “çocuk” olduğunu...

İPEK DURKAL / MİLLİYET İNTERNET SİTESİ