Sürprizlerin DİVASI!
Hayatımıza girdiği günden bugüne dek 'sürprizleri'yle şaşırttı bizi. Hâlâ da şaşırtmaya devam ediyor, saf genç kız ile kül yutmaz delikanlı kadın arasında gidip gelen halleri, sınır tanımayan öfke patlamalarıyla... Naklen izliyoruz...
"Bugün bana yasak olan, yarın başkalarına yasak olabilir. Savunma
hakkı gün gelir herkese lazım olur."
Bu sözler, asla tahmin edilemeyecek birine, Bülent Ersoy'a ait. Yıl
1986, Cumhuriyet gazetesi. Neredeyse makyajsız yüzüyle Ufuk
Güldemir'in karşısında oturan Bülent Ersoy beş yıldır 'yasaklı'.
Sahneye çıkamıyor ve dilinden savunma hakkı düşmüyor. İleride
'başkalarına' lazım olduğunda hiç aklına gelmeyecek olan 'savunma
hakkı'... Ama o, hep 'ayrıcalıklı' oldu zaten. Hem kendisinin, hem
toplumun gözünde...
9 Haziran 1952'de Zeynep Kamil Hastanesi'nde dünyaya gelir Erkoç
ailesinin tek çocuğu Bülent. Sık sık altını çizdiği gibi 'sabah
ezanı okunurken'... Babası banka memuru Fikret Erkoç, annesi
sesinin güzelliğiyle bilinen Necla Erkoç.
Arabeskleşmenin miladı
'Musikiye' ilgisi 3 yaşında başlar, masa örtüsünden kendisine tek
omuzlu tuvalet yaparak söyler şarkılarını. Kadıköy Gazi Mustafa
Kemal Paşa İlkokulu'nda başlayan öğrenim hayatı Kadıköy Ticaret
Lisesi'nde devam eder. Özel müzik derslerinin ardından bir süre
İstanbul Belediye Konservatuvarı Klasik Türk Musikisi Şan Bölümü'ne
gider. Müthiş bir repertuvarı vardır, 'ayaklı kütüphane' derler ona
okulda.
İlk 45'liği 1971 yılında Bülent Erkoç adıyla yaptığı "Lüzum
Kalmadı"dır ama şöhret için üç yıl daha beklemesi gerekecektir.
Kadıköy Musiki Cemiyeti'nde çok güzel ezan okumasıyla ünlenir ve bu
'Gazinocular Kralı' Fahrettin Aslan'ın kulağına kadar gider.
1974'te bir gece Bebek Maksim'de ilk sahne sınavını verir.
Altı ay sonra, Taşlık Gazinosu'nda programa başlayan tığ gibi
delikanlı güçlü sesiyle ortalığı ayağa kaldırır. Adı Bülent
Ersoy'dur artık, Müzeyyen Senar ekolünün devamı, Zeki Müren'in
korkulu rüyası...
Bir yandan "Tut-i Mucize Guyem" gibi zor klasik parçaları gazino
sahnelerine taşımasıyla ünlenirken, hıçkırıklar içinde dövünerek
söylediği şarkılarla Türk müziğinin arabeskleşmesinin de başını
çeker. Bülent Ersoy olarak çıkardığı ilk 45'lik "Toprak Alsın
Muradımı" bu alanda bir milat kabul edilir.
Lüks baştan çıkardı!
2004 yılında Milliyet'te Ahmet Tulgar'a söylediğine göre etrafında
gördüğü lüks hayat baştan çıkarmıştır onu:
"Ticari eserlere yöneldim. Ve kendi yaptığımı kendim bozmuş oldum.
Dinleyici kitlem namütenahi gelişti. Ondan sonra da 'Ablan kurban
olsun sana', 'Sefam olsun', 'Enişten bilmem ne olsun', hepsini
okudum artık evvelini, ahirini, yedi ceddini."
Tutan şarkıyla sinemada prim yapma modasına da uyar ve "İşte Bizim
Hikâyemiz", "Beddua" gibi bir dizi film çevirir. Bir yandan
sahnelerde kılık kıyafeti frapanlaşırken şovları
'taşkın'laşmaktadır. Erkek izleyicilerin coşması sonucu gazinoda
bir gün platform çöker, yaralananlar olur. Ünlü 'skandal'larından
sadece bir tanesidir bu. "Kim kınarsa beni düşsün bu hallere /
Yeter allahım yeter, sebep kim çilemize?" dediği "Yüz Karası"
şarkısının aynı adlı filmi, skandal haberleriyle dolu afişiyle
adeta Ersoy'un hikâyesini anlatmaktadır.
12 Eylül, tüm ülkeyle beraber onun hayatına da karabasan gibi
çöker. Kürkler, pırlantalar, kurşun geçirmez Mercedes'lerle yaşayan
Bülent Ersoy'a 1987'de "Türkiye bütün kurumlarıyla demokratik bir
ülke değil. Özgürce düşünme, tartışma ortamı yok" cümlelerini
kurduracak süreç başlar.
Önce epeydir aklında olan 'bedenini ruhuna uydurma' operasyonu için
Londra'ya gider. 'Eşcinsellik'in lafına bile tahammülü yoktur, o
yanlış bedende doğmuştur. 14 Nisan 1981'i 'yeniden doğuş' günü
kabul eder ve 'kadın' olarak verdiği ilk röportajında "Heyy, duyun
beni, ben de sizler gibi hürüm" diye haykırmak istediğini
söyler.
Ancak bu hevesini kursağında bırakacak gelişmeler kapıdadır. 4
Haziran'da yurda dönen Bülent Hanım'a, tam yedi gün sonra sahne
yasağı getirilir. Pembe nüfus kâğıdı için peşpeşe açtığı davaları
kaybeden Ersoy, 6 Haziran 1988'de mahkemeden resmen 'Bayan Bülent'
olarak çıkar.
Bir yıl önce dönemin başbakanı Turgut Özal'a bir mektup yazarak
yasağın kaldırılmasını 'istirham etmiştir'. "Yaşadığımız ülke
anayasası, adaleti, hukuk düzeni olan bir ülke mi, yoksa şahsi
arzularla bazı insanların mahvedildikleri bir krallık, despotluk
mu?" diye sormuştur.
7 kurşunla vuruldu
Nitekim yasak, Semra Özal'ın önayak olmasıyla kalkar. 12 Şubat
1988'de Lunapark Gazinosu'nda dinleyicilerine kavuşan Ersoy, 'Semra
Abla'sına teşekkür ede ede bitiremez.
Artık gerçekten 'hür'dür. Dilediğini yapmakta, söylemekte...
Gitgide adeta bir dokunulmazlık zırhı edinir. Her şey ona mübah,
ondan sonrası da tufandır... Ülkede travestilerin,
transseksüellerin gördüğü kötü muamele onu zerre kadar
ilgilendirmez.
1991'de Adana'da ülkücü kabadayı Hacı Tepe tarafından "Çırpınırdı
Karadeniz"i söylemediği gerekçesiyle yedi kurşunla vurulur. Ölümden
döner, bir böbreği alınır. Sağlık sorunları hiç bırakmayacaktır
peşini o günden sonra.
Sık sık 'nişanlı' haberleriyle de yer alır medyada. 12 sene beraber
olduğu Birol Gürkanlı'dan itibaren her ayrılığında birtakım kat -
yat - mücevher mevzuları dökülür ortalığa. Ama o, tıpkı ilk sefer
"Alaturka 95" albümünde ezan okuyarak gündemi değiştirdiği gibi,
diğer olayları da gerektiğinde 'Allahüteala'ya havale ederek
atlatır.
Albümler, Olympia'da konser, kliplerde süt banyosu, "Ablanız kurban
olsun size" sloganları ile hayatımızın her daim baş köşesinde
otururken, en büyük bombasını 1998'de patlatır. 20 yaşındaki Cem
Adler'le nikâh masasına oturur. Mutluluklarını "Biz Ayrılamayız"
şarkısıyla taçlandırırlar.
Ancak yeni gelin takdir beklerken tekdirle karşılaşır. 'Rezalet'
diye manşet atar gazeteler. 'Kutsal' aile kurumu zedelenmiştir!
'Çocuklarımıza bunu nasıl anlatacağız'dır?
Bülent Ersoy yaşadığının bir peri masalı olduğuna herkesi
inandırmaya çalışır. Ancak 'ayrıldık', 'ara verdik', 'biz
ayrılamayız' derken damat bir dansözle görüntülenir, 23 Temmuz
1999'da da boşanma haberi gelir.
'Sakın evlenmeyin!'
Ersoy kadim dostu Oya Aydoğan'ın evine kapanır ve oradan
'akıllanmış' bir şen dul olarak çıkar. Bütün Türk kadınlarına
seslenir: "Sakın evlenmeyin!"
Avunmak için kendini müziğe verir. 2000 yılında "Alaturka", 2002'de
"Canımsın" albümlerini çıkarır. Bu arada zaten 'Bülent Ersoy Şov'la
yıllardır gediklisi olduğu ekranlara tamamen demir atar. Popstar
Alaturka'nın yanına bir de 'Üçümüz Bir Diva'yla' programı
gelir.
Saf genç kız ile kül yutmaz delikanlı kadın arasında gidip gelen
halleri, sınır tanımayan öfke patlamalarıyla ekranda bitmeyen bir
şov halindedir. 'Mangal gibi kulak' ondadır, uçan sineğin
vızıltısını notaya dökecek 'fevkaladenin fevkinde' nota bilgisi,
keza...
Ve 7 Temmuz 2007'de ikinci kez gelin olur Ersoy. Damat Armağan
Uzun, Popstar'dan çıkmıştır. Bu kez ilkinden daha az tantana kopar
memlekette. 'Kutsal aile kurumu'nun koruyucu şemsiyesi neleri
kaldırmaz ve aklamaz ki...
'Musiki'den özür diledi
Ama bu masalın devamı da ilkine benziyor gibi... Gene damat
birisiyle görüntülendi, gelin hanım açıklama yaptı:
"Ne aldatılan ilk kadın Bülent Ersoy Uzun'du, ne de aldatan ilk
erkek Armağan Mustafa Uzun olacak"tı.
Bunu geçtiğimiz günlerde bir "Biz Ayrılamayız" seremonisi daha
takip etti. Uzun ailesinin maceralarını naklen izlemeye devam
ediyoruz.
Bülent Ersoy, 2004 yılında takma kirpiklerini çıkararak klasik
eserler seslendirdiği TRT konseriyle "Musikiden özür dilemişti"
oysa. "Ben öldüğüm vakit ne diyecekler? '80 senesinde cinsiyet
değiştirdi, evvela musikiye çok iyi başladı, bir reform yaptı,
ondan sonra kendi yaptığını kendi bozdu' diyecekler" gibi bir derdi
vardı, unutulmuş klasik eserleri bulup çıkaracak, müziğe olan
borcunu ödeyecekti.
Bu topraklara gelmiş geçmiş en iyi seslerden birinden gelen bu
haber ümit vericiydi... Lakin görünen o ki önce 'kutsal aile'
saflarına, 'peri masalları'na, 'biz ayrılamayız'lara doymasını
bekleyeceğiz. Belki de sonsuza dek...
Asu Maro/Milliyet Gazetesi