Haluk Özenç'in şovu çok sevildi

Bir dönemin reyting rekorları dizilerin senaristi Haluk Özenç aynı zamanda başarılı bir tiyatro oyuncusu, yazarı ve şovmen...

Haluk Özenç'in şovu çok sevildi
Akşam'dan Pınar Hiçdurmaz'ın röportajı...

Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği mezunusunuz. Ama hep oyuncu olmak istemişsiniz. Öyleyse neden makine mühendisliği okudunuz?

Hem baba mesleği hem de Boğaziçi ve İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki bütün öğretmenleri babam tanıyordu. Benim de sanatçı olacağım belliydi. Lise hayatım boyunca hayatım sahnede geçti. Oyunlar yazdım, oynadım. Ama liseden sonra “Baba ben makine mühendisi olacağım” dedim. Beni kenara çekti; “Cidden makine mühendisi olmak istiyor musun, yoksa benim torpilimle bedavadan okulu bitirmenin planını mı yapıyorsun?” Hayatınızda asla babanıza yalan söylemeyeceksiniz. “Aslında ben sanatçı olmak istiyorum” deyiverdim. O zaman “Boğaziçi’ni yaz” dedi. Boğaziçi’ne girdim ikinci sene babam vefat etti. Ben de üniversite hayatım boyunca Kandemir Konduk’un yanında oyunculuk ve yazarlık yaptım.

Sonra İstanbul Üniversitesi sinema eğitimi…
Evet, yüksek lisans yapmak için sınava girdim kazandım da ama mezun olamadım. Bütün derslerimi verdim diplomamı alacağım geriye bir tek tek kaldı. Tezim bir sinema filmiydi. Filmi çektik. Türkiye’nin bağımsız ilk sinema filmi diyebilirim. Adı Fasulye. Koskoca sinema filmimi tezde kabul etmediler.  Sebebi de senaryosunu bir hocaya önceden onaylatıp tez prosedürüne uymadığım için. Ben de dedim ki bu kabul edilene kadar ben de başka tez yapmıyorum.

SEN YAZ SEN YÖNET

Oyunculuğa senaryo yazarlığı ne zaman dâhil oldu?

1989'da liseden mezun oldum. İlk tiyatro oyunumu da o zaman yazdım. Fars Arap Saçı diye. İnanılmaz tuttu. Askerden döndükten sonra “Sinema yapabilir miyiz?” dedik. Yönetmen bir ortağım var, Bora Tekay birlikte Fasulye’yi yaptık. Fatih Aksoy da seyretmiş o zamanlar Tatlı Hayat’ı yapacak, “Bu çocukları bana getirin” demiş. Kapıdan içeri girdik; “Hanginiz yönetmen, hanginiz senarist” dedi. Biz de cevap verdik. “Tamam, sen yazıyorsun, sen yönetiyorsun” dedi.

YİNE BERABER ÇALIŞSAK

Senaryosu size ait olan dizilerin ortak bir noktası da var. Birçoğunda Haluk Bilginer oynuyor. Tesadüf mü?

Birincisi kafa denkliği. Aynı mizah temelinden besleniyoruz. Gördüğüm en iyi komedyen, drama oyuncusu olması ayrı.  Onunla ilk kez Fasulye filminde beraber çalıştık. Fasulye’nin senaryosunu alıp “Merhaba, biz bir senaryo yazdık. Amatör olarak bunu çekeceğiz. Bilge Dede rolü var. Sizi yaşlandırıp elinize bastonu verip Şile tepelerinde çekmek istiyoruz” dedik. Okudu bayıldı. Ondan sonra bizim ilişkimiz başladı. Gittiği her dizide ben dâhil olmasam bile senaryoyu okuduktan sonra “Bunu bir de Haluk yazsın” demiştir. 200 bölüm çalıştık birlikte. İki de sinema filmi yaptık. Hâlâ “Keşke uygun bir proje olsa beraber çalışsak” deriz.

Senaryo yazmaya devam ediyor musunuz?
Devam ediyorum da eskisi gibi değil. Eskiden sanat fikir adamlığıydı şimdi memuriyete döndü. Şimdi 120 dakikada önemli olan yaratmak değil, bitirmek oldu. Öyle olunca özgürlüğüm gitti, istediğimi yazamıyorum. Artık sipariş üzerine yazıyorum. Yani eskiden modacıydım, şimdi terzi oldum. Ve ne yazık ki terzi olarak da üzerine elbise diktiğim vücut çok biçimsiz.

BENİM GİBİLER DE VARMIŞ

Bir süredir de Sahne Beşiktaş’ta ‘1 Saat 15 Dakika’ adlı gösterinizle sahneye çıkıyorsunuz. Biraz da bundan bahseder misiniz?

1 Saat 15 Dakika’nın 15 dakikası kendimi anlatıyorum. İnanılmaz tutuyor bu kısım. Sahnede derdim şu. Şunu anlatmaya çalışıyorum; TV’yi ya da gazeteyi açıyorsun. Hep başarılı insanlar, başarı hikâyelerini, nasıl para kazandıklarını anlatıyorlar. Bunların hiçbiri bizi mutlu etmiyor aslında. Gece yatıyoruz; “Onda var bende yok,  onda var bende yok” kuruyoruz da kuruyoruz. Hırs yapıyoruz. Psikolojimiz bozuluyor. Ben de diyorum ki “Size böyle çılgınca gülme vaat etmiyorum ama moralinizi düzelteceğim. Buradan çıkınca, gece yatağınıza yattığınızda ‘oh benim gibiler de var’ diyeceksiniz. O yüzden ben herkesin yaptığının tersi bir şey yapıyorum.

Neymiş o hikâyeler? Bir kaçını bizle de paylaşsanız.
Hayatımdaki anıları anlatırken, kaçırdığım fırsatları, yaptığım hataları anlatıyorum. Örneğin 1993 senesinde “Cem Yılmaz’la ikili olun, bu çocuk çok komik bir çocuk” dediler. Üniversitede de beraberiz Cem’le tanışıyoruz da. Ben de; “Karikatüristleri bilirim ben. Kalabalığın karşısına çıktı mı, dilleri tutulur” dedim ve reddettim. Sonra kendi isteğimle Acun’dan ayrıldım. Acun Firarda’yı yapıyorduk beraber. Ben yine “Dizi varken benim ne işim var muhabir adamla” dedim.  Timur Savcı’yı işten kovdum. İşte ben bunları anlattığım zaman seyirci gece yattığında “Benden beteri var. Adam neleri tepmiş” diyebiliyor.

HAYATIMI ANLATIYORUM

15 dakikadan sonra neler anlatıyorsunuz?

Bu 15 dakikada anlattıklarımdan sonra dikkatle dinliyorlar.  Çünkü ben o çizgide devam ettiriyorum. Medyada yaşadıklarımı anlatıyorum. “Önce medyanın kara kutusuyum sonra da evliliğin kara kutusuyum” diyorum. Damdan düşenden damdan düşen anlar. Temel konu kendi hayatım; karımla olan ilişkim dostlarımla olan ilişkim, çocuklarımla olan ilişkim…

O hikâyelerde kaçan fırsatlar var mı?
7 senelik mutlu bir evliliğin sırrı, erkek çocuk bakmamın sırrını çözdüm.  Yani nasıl elime, yüzüme bulaştırdığımı, çocuğa nasıl bakamadığımı, karımı nasıl delirttiğimi anlatıyorum. Sonra tüketim toplumunun nasıl bir parçası olduğumu, ne kadar hesap kitap yapsam da elimdeki üç kuruşu bile gidip abuk subuk şeylere harcadığımı da anlatıyorum.

Bu kısmı da beğeniyorlar mı?
İzleyicilerden şunu duydum;  “Özellikle gülmedik ki hikâye bölünmesin.” Beğenmeyeni görmedim şu ana kadar.

Bundan sonrası için planlarınız neler?
Burayı çok seviyorum. Ayrıca buraya bir vefa borcum var. Hiç sahne tecrübem yokken beni kabul ettiler. Yakında Kerem Alışık ile ortak bir çalışmamız olacak. Kozyatağı Kültür Merkezi de “Gelin burada oynayın” dedi. Her perşembe buradayım, haftada bir kere de Sadri Alışık Kültür Merkezi’nde çıkıyorum.
Konular Röportaj