Erol Evgin: 'Rönesans insanıyım'

Evgin; gelecek yıl açacağı resim sergisi, koleksiyonerlik, mimarlıkla harmanladığı ve ‘Rönesans insanı’ olarak tarif ettiği çok yönlülüğünü anlattı…

Erol Evgin: 'Rönesans insanıyım'
‘BKM Pazartesi Konserleri’ kapsamında 9 Aralık akşamı müzikseverlerle buluştunuz. Bu konsere nasıl hazırlandınız?
Balmumcu’da Plaza Otel’in Roof Bar’ında sekiz yıldır haftada bir gece şarkı söyledim. Bende ve sevenlerimde tiryakilik yaratmıştı… Bu sene ‘BKM Pazartesi Konserleri’nden bir teklif gelince çok sevindim. BKM, 600 kişilik küçük bir salon; böyle küçük konserlere “Seyirciye sesimle dokunmak” diyorum. Sevenlerime, arkadaşlarıma sesimle dokundum. 44 yıl oldu. Dört kuşaktan da arkadaşlarım var. Dört kuşak beraber söylüyoruz şarkıları.

TİYATROYLA MÜZİĞİ HARMANLADIM

Seyirci nasıl bir konser izledi?
Sahne performansım yıllar içinde oluştu. İlk yıllarda çok heyecanlanır, çekinirdim. Şakalar, espriler yapamaz; şarkılarımı söylerdim. Sonra 80’li yıllarda müzikallerde rol almaya başladım.
1 milyondan fazla müzikal seyircisiyle buluştum ve sahnede tiyatroyla müziği bir arada harmanladım.

Müzikaller çekingenliğinizi aldı herhalde…
Adile Naşit, Turgut Boralı, Ayşen Gruda, Mehmet Ali Erbil, Nevra Serezli gibi Türkiye’nin en büyük tiyatro sanatçılarıyla birlikte oynadım. Şarkılarla, şakaların buluşması orada başladı. Zamanlamayı orada özümsedim. Şovlarım çok akıcı, süratlidir; boş saniye yoktur. Her şey önceden planlanır ama maceraya açık yanları da vardır. Şarkıların arasına; anılar, anekdotlar, şiirler ve şakalar katıyorum. Bazen gülüyor bazen ağlıyoruz. Seyirciyle birlikte üreyen bir şov; birlikte yükseliyoruz. Buna da ‘ibadet’ diyorum. Çünkü pozitif bir enerji oluşuyor konserlerde. Şarkılar, şakalar hepsi birbirine geçiyor. Nefessiz süregelen iki saatlik bir müzikal gibi.

Yeni bir albüm çalışmanız var mı?
Var. Sürpriz bir şey hazırlıyoruz, yeni bir çalışma içindeyiz. Güzel şarkılar olacak bizi sevenlere yeni şeyler sunacağız. Yeni yılın ilk aylarında çıkar. Benim neslimde üretim yapmaya devam eden çok az sanatçıdan biriyim. Nostaljik anlamda devam edenler tabii var ama ben yeni üretimleri de önemsiyorum. Her yaşta yeni şeyler yapılması gerektiğine inanırım. Pop müzikte bizim neslimizden Ajda Pekkan ile ben yeni üretimler yapıyoruz.

Bir röportajınızda “Bu dönemde çıksaydım, Erol Evgin olmazdım” demişsiniz…
Günümüzde sansasyon ve magazin ön planda. Çok televizyon kanalı var. Hiçbir zaman kendini ortalara atan bir insan olmadım. Daha düz, sade, enerjisi içinde olan işler yapan biriyim. Günümüzdeki bu kargaşa içinde belki de fark edemeyebilirlerdi beni.

Sizi yeniden televizyonda görebilecek miyiz?
Seviyordunuz değil mi? Biz de severek başladık, severek yaptık. Programların ömürleri var tabii… Bir sürü teklif geliyor fakat beni heyecanlandıran bir proje olmalı. Onun için önce orijinalini, yeni bir formatsa da maketini görmek istiyorum. Çünkü onu görüp heyecanlanırsam, seyirci de heyecanlanacak demektir. Son dönemde iki televizyon programı beni heyecanlandırmıştı, ‘Bir Şarkısın Sen’ ve ‘Benzemez Kimse Sana’. İkisinin de formatlarını izledim ve “Ben bu işi yaparım” dedim. Sonra çok eğlendik. Şovun anahtarı; siz eğleniyorsanız, seyirci de eğlenir. Futbolunda anahtarıdır bu. Real Madrid’in antrenörü, futbolculara; “80 bin kişi sizi bekliyor, çıkın ve onları eğlendirin” diyor. Şu anda beni heyecanlandıran bir proje yok ama olursa tabii ki yaparım. 

AKŞAMLARI BUZDOLABINA GİRİP GENÇ KALIYORUM

Hiç değişmiyorsunuz. Bir sırrınız var mı?
Var tabii, akşamları buzdolabına giriyorum (gülüyoruz). Rahmetli annem 94 yaşında vefat etmişti. Yüzünde çok az çizgiler vardı, neredeyse kırışıklık yok gibiydi. Ee bunun yarısı genetik özellik oluyor. Diğer yarısı da iyimser bir insan olmam. Bir yerde okudum, doğru bir bilgi mi bilmiyorum ama kötümser insanların beyinlerinin yüzde 30’u çalışmazmış. Olumsuzlukları düşüne düşüne olumlu şeyleri görmez olur, fırsatları kaçırırlarmış. İyimser bir insanım; ruhuma ve bedenime iyi bakmaya çalışıyorum. Uykumu uyurum, gıdama dikkat ederim. Sigara hiç kullanmadım. Sıkıntıdan fazla stres geliştirmem, büyütmem, unuturum… Çocuklar unuttukları ve hep meşgul oldukları için mutludurlar. Kendimi hep meşgul etmeye çalışırım, unuturum da; kin tutmam. Bütün bunlar bir araya gelince yüzüme yansıyor...

Hikâye anlatmayı seviyorsunuz değil mi?
Evet, hikâye insanın ekmek kadar önemli bir ihtiyacıdır. Bütün dinler, hikâyeler üstüne kurulmuştur ve birbirine benzer. Tek tanrılı dinler hep birbirinin yakınıdır. 

DİNLENMENİN YOLU, BAŞKA ŞEKİLDE YORULMAKMIŞ

Hem resim yapıyorsunuz hem de ödül almış bir koleksiyonersiniz…
Resmin, hayatımda çok önemli bir yeri var. Bir resim koleksiyonum var. Geçenlerde TÜYAP Fuarı’nda bana, ‘Koleksiyoner Onur Ödülü’ verdiler. Onun ötesinde resim de yapıyorum. 2005’te ‘Miras’ adını verdiğim bir sergi açmıştım. Önümüzdeki yıl için de bir sergi hazırlığım daha var. Resim, beni çok dinlendiriyor. Dinlenmenin en güzel yolu; başka şekilde yorulmakmış. Başka bir şeyle uğraşarak, aktif bir şekilde dinleniyorsunuz.

Müzikle resmi nasıl ilişkilendiriyorsunuz?
‘Rönesans insanı’ diye bir tanım var. Rönesans insanı olmak, birçok şeyi paralel götürmek anlamına geliyor. Mesela Rönesans’ın en önemli isimlerinden biri Leonardo Da Vinci... Adam mühendis, tıpla ilgileniyor, resim yapıyor, köprüler çiziyor. Sanatın her dalı birbirine çok yakınlık gösterir. Mimarlık için; “Susmuş bir müzik” derler. Bir dönemin mimari eseri üzerinden bir belgesel yapılıyor arka fona o dönemin müziği yakışır. Çok yakındır birbirine mimarlık ve müzik, yani susmuştur, o da bir müziktir. Sanatların hepsi iç içe geçmiştir. Hepsiyle de çok mutlu oluyorum; sanatla düşünebiliyorum.

Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
Benim çocukluğumda sonsuz bir anne şefkati var. Mesela yarın sınavım var “Anne, çalışmadım; hiçbir şey bilmiyorum” derdim. “Su gibi geçeceksin evladım” derdi. Yüzde yüz iyimser, optimist ve şefkatli bir kadındı. Babam, sert değil ama disiplinli, kararlı bir adamdı. İkisinin de özelliğini taşıyorum. Babamın disiplini, annemin şefkati… Çocuklarıma da geçtiğini hissediyorum. Mutlu bir çocukluğum oldu. Moda’da doğdum, büyüdüm. Orada yaşadığım güzel arkadaşlıklarım oldu. Küçük yaşlardan itibaren kızlarla arkadaşlık yaptım. Bu da çok önemli insanı hayata hazırlayan ve rahatlatan şeyler. Tabii üzüntülerim oldu. Gitarım vardı, onunla paylaşırdım; hayal kırıklıklarımı, sevinçlerimi. Her şeyi yaşamak çok olgunlaştırdı beni. Şimdi torunlarımla yeniden çocukluğumu yaşıyorum.

Yeni yıla nasıl gireceksiniz peki?
Sahnede olacağım. İstanbul Esentepe’de Dedeman Hotel’de yeni yıl konserim olacak…

HAYATA NE VERİRSEN ONU ALIRSIN

Sevdiğiniz küçük bir hikâyeyi bizim için anlatır mısınız?

Yankı ile ilgili bir hikâye var. Bir adam ve oğlu ormanda yürüyorlarmış. Çocuk yere düşmüş ve acı içinde bağırmış: “Ahhh!” Hemen sonra dağdan gelen “Ahhh” sesi çocuğu şaşırtmış. Merak içinde “Kimsiniz?” diye haykırmış. Fakat sadece “Kimsiniz?” cevabını almış. Bu cevap onu kızdırmış. Babasına, “Bu olanlar nedir?” diye sormuş. Baba, “Oğlum, kulak ver, dikkat et” diyor. Sonra baba bağırıyor; “Sen harikasın!” ve ses cevap veriyor; “Sen harikasın!” Çocuk şaşkın, ne olup bittiğini anlamıyor. Baba durumu açıklıyor; “İnsanlar bu durumu ‘yankı’ diye isimlendirir. Fakat bu, tam anlamıyla hayatın kendisidir. Hayat daima senin ona verdiğini sana geri verir. Hayat, senin eylemlerinin bir aynasıdır. Eğer sevgi istersen, daha fazla sevgi ver!” Doğanın bu kuralı bizim hayatımızın her cephesinde söz konusudur.

EMİNE BIYIK / AKŞAM İNTERNET SİTESİ



Konular Röportaj