Mehmet Ali Erbil'den duygusal itiraf..

Mehmet Ali Erbil: "Tuğba’yla kurduğumuz yuvayı çok özlüyorum" diyor.. İşte o röportaj!..

Mehmet Ali Erbil'den duygusal itiraf..

Maddiyat haricinde Mehmet Ali Erbil’e getirisi ne oldu bugüne kadar?           
   
- Benimle çok özdeşleşti program. Ayrıca bu program sayesinde oyunculuğumu, müzikal yeteneğimi bir pota içinde erittim. “Çarkıfelek”in hayatımdaki en önemli etkisi budur bence.

Aslında yabancı bir format... Buna rağmen “Çarkıfelek” dendiği anda insanların aklına Mehmet Ali Erbil geliyor. Sanki sizin yarattığınız bir program gibi oldu...  

- Evet ama “Çarkıfelek”in canlı yayınlanması ilk benim fikrimdir. Ve hâlâ canlı olarak bir tek biz yaparız, buna şimdiye kadar başka hiçkimse cesaret edemedi. Üstelik bu teknoloji olmadan önce o harfler arkada değiştiriliyordu. Sorudan soruya geçerken arkada bir ekip yeni kelimeyi hazırlıyordu canlı yayında. Zorluğunu düşünebiliyor musunuz?  

Ve o günlerden bugünlere geldiniz...       

- Evet. Şimdi her şey dokunmatik. Buna rağmen diğer ülkelerde “Çarkıfelek”i canlı yayınlamaya cesaret edemiyorlar.  

BİR ŞİZOFRENİ OYNAMAK İSTERDİM   

Sizi yıllardır “komik adam Mehmet Ali” olarak tanıyoruz. Bir Çetin Tekindor ya da Selçuk Yöntem gibi dramada oynadığınızı göremeyecek miyiz hiç?


- Biz konservatuvarda eğitimimizi drama-komedi diye ayrı ayrı almadık tabii. Ama öyle şartlandı insanlar.

Siz de bu önyargıyı kırmak için pek bir şey yapmadınız ama...

- Doğru, yapmadım. Belki günlük hayatta da enerjisi fazla, hareketli ve neşeli bir adam olduğum için bu tarz roller yakıştırılmıştır bana...

Siz istemez miydiniz peki bir dramada oynamak?

- Tabii isterdim, ama beni heyecanlandıracak bir senaryo da gelmedi açıkçası...

Nasıl bir rol gelmesini arzu ederdiniz?

- İzlediğimiz, beğendiğimiz yapımlar ya da roller var aslında. Ama Türkiye’de kolay üretilmiyor senaryolar...

Neden?

- Senaryo eğitimi veren okullar yok çünkü... Kendi üstün yetenekleriyle bir yerlere gelmiş birkaç senarist var, ancak öyle yürüyor işler. Onlarınkiler dışında iyi senaryo bulmak çok zor...

Hâlâ hayalinizdeki karakterin ne olduğunu söylemediniz?

- Marazi bir tip olsun; hastalıklı, şizofren mesela... Öyle bir karakteri oynamayı isterdim.

SEYİRCİYLE BİRBİRİMİZİ BİRAZ ÖZLEYELİM DEDİM

Yaz tatili yapmak yerine neden çalışmayı tercih ettiniz?


- İnsanlar bütün bir yıl dizileri takip etmekten yoruldular. Ramazan da geliyor. Biraz eğlensinler ve bilgilerini tazelesinler diye böyle bir şov programını uygun gördük. Yaz aylarında başlamasının sebeplerinden biri de şu; onlar beni özlesin, ben seyirciyi özleyeyim, başka bir heyecan olsun istedim ve altı ay kendimi dinlendirdim zaten... İnsanlar tatile giderken biz çalışmaya başlıyoruz şimdi. Bu sene Ramazan da yaza denk geldiği için “Ramazan’dan önce yol alalım” dedik. Erken kalkan erken yol alırmış, o hesap! İftardan sonra “Çarkıfelek” izlenir ve eğlenilir düşüncesindeyiz. Haftanın beş günü canlı yayında olacağız.

İnsanlara ulaşmak, sonrasında da onları elde tutmak çok zor. Özellikle sizler gibi göz önünde olan insanların devamlı kendini yenilemesi lazım. İnsanı ruhen tüketmez mi bu durum?

- Evet, tüketiyor. Programını yapıp evine gitmiyorsun ki... Ertesi gün reyting denen şeyle uğraşıyorsun bir de... Çocuklar senede iki kez karne alıyorlar, biz ise her gün! Böyle bir sendrom var. İstediğin kadar kendine güvenin olsun, istediğin kadar bu işi yıllarca yapmış ol, reyting olayı çok farklı şey.

BENDE YILLARIN YORGUNLUĞU VAR

Altı ay tatil yaptığınızı söylediniz. Nasıl geçti o süre?


- Çabucak geldi geçti. Hayatımda ilk kez televizyondan bu kadar uzak kaldım.

Egonuzu yaraladı mı peki bu uzaklık?

- Yok, çok şükür ne kadar uzak olsam da o sevgiden, ilgiden yoksun kalmadım çünkü... Ama dediğim gibi yorulmuşum biraz. Yılların yorgunluğu var. Programı, ekranı, seyircileri, canlı yayını özlemek iyi bir geldi. Çünkü o ritim içerisinde ister istemez insan psikolojisi ve bünyesi sıkılıyor. Bir yılda non stop 200 program yapıyorsun. Bir de benim şöyle bir ayrıcalığım var; ben her gün stand-up yapıyorum. Sadece “Çarkıfelek” formatını uygulamak değil benimki... Ayrıca metin yazarım da yok, yani her şey benden çıkıyor. Seyirciden, yarışmacıdan espri üretiyorum.

Altı ay boyunca hiç çalışmadınız mı?

- Ufak tefek işlerim oldu tabii. Çünkü seyirciyle bir arada olmak çok farklı bir ego, bambaşka bir haz. Yaşamayan anlayamaz. Başka mesleklerin de hazzı vardır ama bizimkinin adrenalini çok yüksek. Mesela orta yaşlı bir hanım geliyor; “84 yaşındaki annem sizi izliyor” diyor. Bu her sanatçıya nasip olmayacak bir sevgi...

ALİ SADİ BENİ BİLEREK ÜZÜYOR

Minik oğlunuz nasıl? Her istediğinizde görüşebiliyor musunuz?


- Tabii ki... Öyle bir sıkıntımız yok anne-baba olarak. İstediğim zaman bende kalıyor. Ama çocuk tam evden ayrılacakken, beni kahrediyor. Kapıda “Gideyim mi, kalayım mı” diye soruyor bana. 4 yaşında çocuk, olacak şey mi bu! Resmen beni üzmek için bilerek yapıyor. Annesi de “Sana yapıyor bunu. Taviz verme. ‘Çocuğum annene gitmen gerekiyor’ de” diyor. Ama gel de yüreğime anlat bunu! Olacak şey değil. Tanrı bana böyle bir ceza verdi. Felaket bir durum.

Tuğba Hanım’la bir araya gelme ihtimaliniz hiç yok mu?

- Şu anda yok.

Çabalasanız bir şeyler olmaz mı?

- Şu anda yok gibi görünüyor ama büyük konuşmamak gerekiyor.

Bunca yıl sonra yatağın bir tarafının boş olması insanda nasıl bir his uyandırıyor?

- O yuvayı çok özlüyorum. Ben her dönem evliliklerimle gündeme geldim. Uzun soluklu ilişkiler yaşadım. Ailemi özlüyorum gerçekten de... Bir de oğlan etkilenmesin derdindeyim. Önemli olan o...

BEN EREN TALU GİBİ KONUŞMAM

Eren Talu, eski eşi Defne Samyeli hakkında çarpıcı iddialarda bulundu. Hep uzun süreli ilişkiler yaşamış, birkaç kez evlenmiş biri olarak nasıl değerlendiriyorsunuz o açıklamaları?


- Eski eş hakkında bu tarz açıklamalar yapmak ne bana ne de başka bir insana yakışır. Hele de çocuklarımın anneleri hakkında daha da hassas davranırım ben. Ne kadar haklı olsam da her zaman karşımdaki kadını haklı göstermeye çalışırım. Yani o tarz açıklamalar yapmak, konuşmak bana ters...

BANA SOYTARI DİYENLER İŞİMİ YAPABİLİRLER Mİ?

- Konservatuvarı bitirmeden, yani daha öğrenciyken profesyonelliğe adımımı atmıştım. Hem oyunculuk hem de televizyon çalışmalarım olmuştu. Ama konservatuvarı bitirip, devlet tiyatrosuna başlangıç tarihim 1976’dır. Tam 34 yıl olmuş. Bazıları hakkımda “Soytarılık yapıyor” diye yazıyor. 34 yıl gel sen yap bakayım bu işi!

Pınar Yılmazerler /Hürriyet
Konular Röportaj