Tuncay Şanlı çarpıcı açıklamalar yaptı
Fenerbahçe’de üç şampiyonluk, EURO 2008’de yarı final ve 2003'te Fransa'da Konfederasyon Kupası’nda üçüncülük başarılarını yaşayan, A Millî Takım tarihinin en fazla gol atan ikinci oyuncusu olan Tuncay Şanlı'dan çarpıcı açıklamalar...
Şanlı, Türkiye Futbol Federasyonu tarafından çıkarılan
Tamsaha Dergisi’nin Mart 2016 sayısına
konuştu.
"Millî Takım bilincini, o armanın verdiği duyguyu
hissederek orada olursanız, biz zaten yetenekliyiz, daha da keyif
alır, keyif veririz. Zaten hocamız millîlik bilincini oyuncusuna
her zaman yansıtır. O bilinçle gittiğimiz sürece mutlaka bir şeyler
başarırız diye düşünüyorum.
Almanya maçı için stada geldiğimizde teypte mehter marşı çalmaya
başladım ve ben önde arkadaşlar arkada soyunma odasına yürüdük.
Koridorlar mehter marşıyla inliyordu. Koltuk değnekleriyle yürüyen
Servet bile o kadar gaza gelmişti ki, “Ben de oynarım” diyordu.
Fatih Hocayı anlatırken hep egosundan bahsederler; ben o egonun
karşısındakini ezme adına değil, hep daha fazla başarılı olma adına
kullanıldığını gördüm. Hoca bunu çok iyi başarabilen bir insan. Bu
anlamda hepimize de örnek olmuştur. Oyunculara önce Millî Takım
duygusunu aşılar.
Takım olabilmek çok önemli. Sadece hoca-futbolcu ilişkisi de değil;
orada malzemecisinden, otobüs şoförüne, doktorundan masörüne kadar
herkes birbirine sahip çıkıyordu. Biz o yeteneğe sahibiz. Biraz
akıllı olup mücadelemizi gösterdiğimizde başarı mutlaka
geliyor.
İçgüdüsel olarak kaleye geçeceğimi hissettim ve hocaya işaret
ettim. Hocam da “Tamam, devam et” dedi ve geçtim. Ama geçer geçmez
kale bana dört-beş katı büyüklüğünde göründü. Hemen ellerimi açıp
dua etmeye başladım. O üç dakikalık bölüm bana 30 dakika gibi
geldi.
Önemli olan kadro geçişlerini doğru yapabilmek. Millî Takım
heyecanını kaybetmeden, Millî Takım formasını giydiğinizde onu
hissettiğiniz zaman bu geçişlerde kimin geldiği önemli değil.
Önemli olan şu; Millî Takım’a geldiğinizde o formayı, o armayı
hissetmek gerekiyor.
Yetenekli olabilirsiniz ama mücadele, istek ve hırs olmadığı sürece
olmaz. Bir de Fatih Hoca “Bunların hepsi olsun, ayrıca oynadığınız
oyundan da keyif alın” der. Bütün bunların birleşmesi önemli. Ama
en önemlisi mücadeleyi ve hırsı hiç bırakmamak. Yeterli gördüğümüz
an kaybederiz.
Arda’nın takımında oynamadan gelip maçların son dakikalarında
yerlerde sürünecek halde mücadele etmesi her şeyin en güzel özeti
aslında. Futbol kalitesi zaten tartışılmaz. “Ben Millî Takım’a
geliyorum ve her şeyimi vereceğim” düşüncesiyle geldiği için de
orada olması bile diğer arkadaşlarına güç veriyor.
İngiltere’de yaşadıklarımla her anlamda kendimi değiştirdim. Bunu
sadece futbol olarak düşünmeyin. Yaşam anlamında da kendimi
değiştirdim. Hayata bakış açınız değişiyor. Sokaktaki hayvana bile
bakışınız değişiyor. Buradaki psikoloji ise çok başka. Hep başarılı
olacaksınız. Böyle bir dünya yok.
Bizde oyuncu ya Barcelona’ya, Real Madrid’e ya Manchester United’a,
Chelsea’ye gidecek. Tamam, böyle hayal et ama önce basamakları
çıkman lâzım. Zaten seni gelip almak istese gelir alır kulüp… Arda
direkt Barcelona’ya mı gitti? Hayır… Orada bir süreç geçirdi.
Kendini çok fazla geliştirdi.
Bir gün teknik direktör olmak istiyorum. Bu bilgi birikimini bir
şekilde birilerine vermek isterim. Doğru bir şekilde ulaştırmak
isterim. TV’de konuşmak da olur ama öğreticiysen. Maalesef bunun da
reytingi yok.
Millî Takım formasıyla en fazla gol atan ikinci oyuncusun ve
katıldığımız son turnuva olan EURO 2008’in de önemli aktörlerinden
birisiydin. Yaşadığın büyük tecrübeden aktaracaklarının EURO 2016
finallerinde oynayacak arkadaşlarına da ışık tutmasını
bekleyebiliriz. Millî Takım oyuncusu olarak, dünyanın dört gözle
izlediği böyle bir turnuvaya katılmanın, o sahnede olmanın ne
anlama geldiğini sorarak başlayalım.
Öncelikle orada olup onu yaşamak, onu hissetmek çok önemli... Çok
şey anlatabilirsiniz. Ben oyuncu olarak yaşadığım tecrübeden yola
çıkarak şunu söyleyebilirim; Millî Takım formasıyla, onu hissederek
o platformda olmak bambaşka bir duygu. Kulüp takımında oynamaktan
çok farklı bir duygu Millî Takım’da oynamak. Millî Takım bilincini,
o armanın verdiği duyguyu hissederek orada olursanız, biz zaten
yetenekliyiz, daha da keyif alır, keyif veririz. Bizim olduğumuz
turnuvalar her zaman daha keyifli oluyor. Oyuncu arkadaşlarımız
bunun bilincinde olmalı. Zaten hocamız millîlik bilincini
oyuncusuna her zaman yansıtır. O bilinçle gittiğimiz sürece mutlaka
bir şeyler başarırız diye düşünüyorum."
Senin EURO 2008’in yarı finalindeki Almanya maçı öncesi
yaptığın ilginç bir motivasyon örneği vardı değil mi?
Almanya maçı için stada geldiğimizde otobüsten indik. Arkadaşlara
“Siz biraz bekleyin” dedim. Daha önce hazırladığımız teypte mehter
marşı çalmaya başladım ve ben önde arkadaşlar arkada soyunma
odasına yürüdük. Stadın koridorları mehter marşıyla inliyordu.
Herkes şaşkınlık içinde bizi izliyordu. Statta görevli olan
Boşnaklar da bize katılınca bambaşka bir atmosfer çıktı ortaya.
Koltuk değnekleriyle yürüyen Servet Çetin bile o kadar gaza
gelmişti ki, “Ben de oynarım” diyordu. O
yüzden o Millî Takım ruhunu hissetmek çok önemli. Hocalarımız,
takımdaki abilerimiz bize hep bunu aşıladı. Dediğim gibi biz zaten
yetenekliyiz; o bilinçle sahada olursak başaramayacağımız şey yok.
Zaten Fatih Hocam bu ruhu aşılamıştır. Keza diğer hocalarımız da.
Millî Takım duygusunu, o formayı, o armayı hissetmek bambaşka bir
güç kaynağı.
Millî Takımımızın katıldığı ilk Avrupa Şampiyonası olan
EURO 96’da takımın başında Fatih Terim vardı. Son katıldığı ve yarı
final oynamayı başardığı EURO 2008’de de öyle. Fatih Hoca, 20 yıl
sonra şimdi de takımını EURO 2016’ya taşımayı başardı. Arada
kesintiler olsa da 20 yılı aşan bir Fatih Terim imzası var Millî
Takımımızda. Bu sürecin ikinci bölümünü bizzat yaşayan bir oyuncu
olarak Millî Takım’daki ve Türk futbolundaki Fatih Terim etkisini
nasıl anlatırsın?
Fatih Hocanın sadece Millî Takım’da değil, kulüp takımlarında da
ülke futbolu için yaptıkları ortada aslında. Hocayı anlatırken hep
egosundan bahsederler; ben o egonun karşısındakini ezme adına
değil, hep daha fazla başarılı olma adına kullanıldığını gördüm.
Hoca bunu çok iyi başarabilen bir insan. Bu anlamda hepimize de
örnek olmuştur. Oyunculara hiçbir zaman kötü veya iyisinden
bahsetmez, önce Millî Takım duygusunu aşılar. Bazen hiçbir şey
söylemese de biz onun bakışından veya yapacağı bir el hareketinden
her şeyi anlayabilecek duruma gelmiştik. Çünkü bir abi-kardeş, bir
baba-oğul ilişkisini her zaman çok iyi sağlamıştır. Oynamayan
oyuncularla oynayanlardan daha fazla ilgilenmiştir. Çünkü ekibi
toparlayabilmek, bir arada tutabilmek adına en önemli şey
oynayanlar değil, dışarıda kalan oyunculardır. Hoca bu tecrübesini
her zaman yansıtır. Ülke futbolu için de yaptıkları ortadadır.
Parantez içinde, hoca eleştiriye her zaman açıktır ama eleştirirken
de biraz düşünmekte yarar var. Türk futboluna baktığınızda
başarılarda her zaman Fatih Hocanın ön planda olduğunu veya
katkısının bulunduğunu görürsünüz. Bazen içinde olmasa da getirdiği
ve çıkardığı oyuncularla takımlar yoluna devam etmiştir. Zaten
soruyu sorarken vurguladığınız verilere bakarak da bu konuda bir
fikir sahibi olmak mümkün.
Büyük turnuvalar için hep iyi başlamaktan söz edilir ama
biz ne dünya üçüncüsü olduğumuz 2002 Dünya Kupası’na ne de yarı
final oynadığımız EURO 2008’e iyi başlayabilmiştik. Cenevre’de
Portekiz’e 2-0 yenilerek başladığımız Avrupa Şampiyonası’nda
İsviçre karşısında yenilgiden kurtulup son dakika golüyle kazanmış,
Çekleri de Hırvatları da yine geriden gelerek son dakika golleriyle
alt etmiştik. O maçları birebir yaşayan bir oyuncu olarak kırılma
noktalarını, soyunma odalarının atmosferini ve saha içindeki
duyguları anlatabilir misin?
Çok uzun bir süreç aslında bu. Ta Antalya’daki kamptan başlayan bir
süreç. Çünkü biz kamp sürecine bir aile gibi başladık. Antalya’da
ailelerimizle birlikte kamp yaptık. O süreçte başlayıp tamamen bir
aile ortamı oluşturmak istedi hoca. Zaten uzun süredir birlikte
oynayan bir ekiptik. Portekiz karşısında kötü oynamasak da
turnuvaya yenilgiyle başladık. Dediğim gibi, hem saha dışında hem
soyunma odasında hem de birebir ilişkilerimizde her zaman Millî
Takım duygusunu konuşuyorduk. Hocamız da bize bunu anlatıyordu.
Taktiksel anlamda zaten bir şey söyleyemem. Hocamız ne derse biz
onu yaptık. Ama her zaman birbirimiz için mücadele ettik. Takım
olma özelliğini gösterdik. Son ana kadar hiçbir şeyin bitmediğini,
bitmeyeceğini gösterecek bir mücadele sergiledik.
Son anda kazanılan maçlar çok enteresan aslında. Hadi bir
maçı anladık da neredeyse her maçta nasıl başarılabildi böyle bir
şey?
Dediğim gibi, hoca bazen kenardan yapacağı bir el hareketiyle takım
içinde pek çok şeyi değiştirebilen birisi. Benim stoper oynamaya
başladığım maçlar var. Ama öyle bir inancımız var ki… Ben “Herkes
öne gitsin” diyorum veya hoca “Tuncay takım öne
çıksın” diyor. Ya da bunu Emre’ye, Arda’ya söylüyor.
Çünkü önde yapabileceklerimiz biliyoruz. Arda’nın, Semih’in ya da
Nihat’ın önde neler yapabileceğini bildiğimiz için kendimizi öyle
hazırlıyorduk, hoca da bizi öyle oynatıyordu. Bir yerden sonra da
sadece duygu ve sadece mücadeleyle gidiyordu. Onu size nasıl
anlatabilirim? 44 gün boyunca bizimle yaşamanız gerekirdi. Bazen
çok üzüldüğümüz zamanlar oldu ama hoca kamp ortamını bize çok
keyifli bir aile ortamına çevirmeyi öğretti. Takım olabilmek çok
önemli. Sadece hoca-futbolcu ilişkisi de değil; orada
malzemecisinden, otobüs şoförüne, doktorundan masörüne kadar herkes
birbirine sahip çıkıyordu. Kötü oynasan da iyi oynasan da fark
etmiyordu. Bakış açısı hep aynıydı. Biz bu oyunculara, bu kitleye
sahibiz diyerek mücadele ettik. Zaten yetenekleri tartışmıyorum
bile. Biz o yeteneğe sahibiz. Biraz akıllı olup mücadelemizi
gösterdiğimizde başarı mutlaka geliyor.
EURO 2008’deki unutulmaz enstantanelerden biri Çek
Cumhuriyeti maçında senin siyah kazağı giyip kaleye geçmendi.
2-0’dan geri gelip 3-2’yi yakalamışken 10 kişi kalıyoruz ve kaleye
geçme sorumluluğunu sen üzerine alıyorsun. O karar verme sürecini
ve kalede geçen birkaç dakikada neler yaşadığını anlatır
mısın?
İçgüdüsel olarak kaleye geçeceğimi hissettim ve hocaya işaret
ettim. Hocam da “Tamam, devam et” dedi ve
geçtim. Ama geçer geçmez kale bana dört-beş katı büyüklüğünde
göründü. Hemen ellerimi açıp dua etmeye başladım. Mücadele ediyoruz
ama dua da gerekiyor. Çünkü maçlara baktığınız zaman görüyorsunuz
ki Allah da bize yardım ediyor. O üç dakikalık bölüm bana 30 dakika
gibi geldi. Bizim yarı sahamızda bir faul atışı kazandığımızda
Hamit’le uzun vurmak üzerine kavga etmeye başladık
(gülüyor). Ben, “Sen git, ben uzağa
vurayım” diyorum. O da bana “Sen merak
etme, en uzağa vuracağım” diyor. Benim için çok
değişik bir tecrübe ve hatıraydı.
O gün bir aksilik olmadı ve gol yemedin. Ama maç 3-3’e
gelip uzasa ve uzatma dakikalarını 10 kişiyle oynamak zorunda
kalsaydık, bir anlık sinirlerine hâkim olamamanın acısını
fazlasıyla hissedebilirdik değil mi?
Hepimiz bunu yaptık ama verilmiş bir kararın arkasından itiraz
etmek çok anlamlı değil. Daha bilinçli olmamız gerekiyor.
Karşılıklı iyi niyet ve sizin hakeme davranışınız, onun da size
davranışını etkiliyor. Elbette son dakikalarda kan dolaşımınızın
durumu, aldığınız oksijenin azalması da davranışlarınız üzerinde
etkili oluyor ve bu da futbolun bir gerçeği, bir güzelliği. O
pozisyonda Volkan o davranışı yapmasa ben kaleye geçmeyeceğim ve
ortaya bugün bile hatırlayıp konuşacağımız o enstantane çıkmayacak.
Ama bugünkü arkadaşlarım açısından söylüyorum, daha bilinçli
olabilirler. Kavga ederek veya itiraz ederek bir yere
varamayacağımızı hepimiz biliyoruz. Futbol hatalar oyunu ama bu
hataları en aza indiren daha başarılı oluyor.
Millî Takımımızın o günkü kadrosundan bugün de ay-yıldızlı
formayı giyen fazla oyuncu kalmadı. EURO 2008’de oynayanlardan
sadece Hakan Balta, Arda Turan, Mehmet Topal ve Mevlüt Erdinç EURO
2016 elemelerinde forma giyebildi. O günkü kadroyla bugünkünü
kıyasladığında neler söyleyebilirsin?
Böyle bir kıyaslama yapmayı çok anlamlı bulmuyorum. Bizden önce de
bir kadro vardı ve biz o kadronun içine geldik. Bu bir süreç ve
değişim olmak zorunda. Önemli olan buradaki geçişleri doğru
yapabilmek. Biz değişimi her şeyi hemen değiştirmek olarak
algılıyoruz ama o zaman da hem ülke futboluna hem de oyuncuya zarar
veriyoruz. Oyuncunun üzerindeki baskı artıyor. Bu geçişleri doğru
yapabilirsek, zaten yetenekli oyuncalara sahibiz ve doğru
harmanlamayla iyi takımlar oluşturabiliriz. Elbette geçişlerde
oyuncular eksilecek ve yeniler gelecek. O yüzden kıyaslama yapmak
yerine, şu anda da yetenekli oyunculara sahip olduğumuzu ve bunu da
finallere katılarak gösterdiğimizi düşünüyorum.
EURO 2008’den sonra üç büyük turnuvaya katılamamamızı belki de bu
geçiş sürecine de bağlayabiliriz. Ama öyle görünüyor ki artık
değişimini tamamlamış ve olgunlaşmış bir kadromuz var.
Tabiî ki bu kadro olgunlaşmıştır. Baktığınızda Arda’nın şu anki
durumu, Avrupa’dan gelenler ve Türkiye’de oynayanların performansı
ortada. Tabiî ki bir tecrübe olacak. Ama dediğim gibi, Millî Takım
heyecanını kaybetmeden, Millî Takım formasını giydiğinizde onu
hissettiğiniz zaman bu geçişlerde kimin geldiği önemli değil.
Önemli olan şu; Millî Takım’a geldiğinizde o formayı, o armayı
hissetmek gerekiyor.
EURO 2016 elemelerinde ilk dört maçın sonunda futbol
kamuoyu büyük ölçüde havlu atmışken hoca ve oyuncular büyük bir
direnç gösterip finallere gitmeyi başardı. Sen EURO 2016
elemelerindeki performansımızı hangi duygu ve düşüncelerle
izledin?
O dört maçın ardından hocanın ve oyuncuların açıklamalarına iyi
bakmak lâzım. Evet, belki hoca da dört maçın ardından “Galiba
bitti” diye içinden geçirmiş olabilir. Ama basına, halka ve
oyuncusuna konuşurken, inancının ne kadar yüksek olduğunu karşı
tarafa hissettirdi. O inancı herkese geçirdi. Sonrasında
oyuncuların konuşmalarında da aynı inancı gördük. Bu süreçte tabiî
ben de dışarıdan izleyen biri olarak “Galiba
gidemeyeceğiz” diye düşündüm. Ama son üç-dört maça
bakın, o inancı, gözdeki o ışıltıyı net biçimde görüyorsunuz. Hoca
da oyuncular da üzerine basa basa “Biz her şeyi yapacağız. Sonra ne
olacağını hep birlikte göreceğiz” mesajını net bir biçimde
verdiler.
Millî Takımımızın en karakteristik özelliği nedir sana
göre?
Millî Takım’a geldiğimde Hakan abiden Bülent abiye, Tugay abiden
Arif abiye bize hep Millî Takım’ı yaşamak ve o duyguyla sahada
olmayı öğrettiler. Yetenekli olabilirsiniz, buna bir itirazım yok.
Ama o mücadele, istek ve hırs olmadığı sürece olmaz. Bir de Fatih
Hoca “Bunların hepsi olsun, ayrıca oynadığınız oyundan
da keyif alın” der. Bütün bunların birleşmesi önemli.
Ama en önemlisi mücadeleyi ve hırsı hiç bırakmamak. Çünkü Türk
insanında, bir başarı geldiği zaman, “Tamam ben artık
oldum. Bu bana yeter” düşüncesi vardır. Yeterli
gördüğümüz an kaybederiz.
EURO 2008’deki rakiplerimizden Çek Cumhuriyeti ve
Hırvatistan’la EURO 2016’da da bir kez daha eşleştik. Grubumuzda
ayrıca son iki Avrupa Şampiyonası’nın şampiyonu ve bir önceki Dünya
Kupası’nı kaldıran İspanya var. Bu gruptaki takımları ve şansımızı
nasıl değerlendiriyorsun?
Bence yine şans çünkü 2008’den bir karışım var. Ama “Daha önce
başardık yine yaparız” diye düşünmek yerine oraya gidip yine bir
renk katacağımızı düşünmemiz gerekir. Zaten daha elemelerde bile
turnuvaya renk kattık, şimdi finallerde de bunu yapabiliriz. Ben
Türkiye’nin dünya futbolunda önemli bir renk olduğunu, her
turnuvada bulunması gerektiğini düşünüyorum. Biz orada olduğumuz
sürece turnuva daha renkli olacak ve inanıyorum ki insanlara başka
şeyler göstereceğiz.
Takımın yıldızı ve kaptanı Arda Turan, kariyerinde zor bir
yolu tercih ederek İspanya’ya gitti ve Atletico Madrid’in ardından
şimdi de Barcelona formasını giyiyor. Arda’nın Millî Takım’daki
rolünü nasıl değerlendiriyorsun? Üstelik elemelerin ikinci
bölümünde lig maçı oynamadan millî maçlara çıktı.
Arda’nın takımında oynamadan gelip maçların son dakikalarında
yerlerde sürünecek halde mücadele etmesi her şeyin en güzel özeti
aslında. Arda kişilik olarak çok düzgün, çok karakterli, enerjisi
çok yüksek, herkesin sevebileceği niteliklere sahip bir insan.
Futbol kalitesi zaten tartışılmaz. Ama gelirken o heyecanla
geliyor. Kondisyonunun ve fizik gücünün zayıf olduğu düşüncesiyle
gelmiyor. “Ben Millî Takım’a geliyorum ve her şeyimi vereceğim”
düşüncesiyle geldiği için de onun orda olması bile diğer
arkadaşlarına güç veriyor. Zaten kalitesiyle, duruşuyla,
karakteriyle bir liderlik vasfı var. Bunu da her ortamda
yansıtıyor. Enerjisi yüksek, gülümsemeyi, insanları sevmeyi
biliyor. Arda’nın orada olması çok önemli. Onu izlerken hem keyif
hem de gurur duyuyorum. Ülkemin oyuncusu Barcelona’da oynarsa bu
benim için büyük bir gururdur.
Arda Turan’ın zor yolu seçip İspanya’ya gitmesinden söz
etmişken aslında sen de daha önce benzer bir yolda yürümeyi
başarmıştın. Fakat oyuncularımız Avrupa’da futbol oynamak yerine
genelde Süper Lig’de kalmayı tercih ediyor. Burada daha fazla para
kazanıyor olmanın da bu tercihte payı büyük sanırım. Sen
Fenerbahçe’den ayrılıp Middlesbrough’ya giderken neler düşünmüş,
neden böyle bir tercihte bulunmuştun?
Kolayı seçtiğiniz zaman kolay olur. Bir şeyleri hayal edersiniz,
hedef koyarsınız. Olur veya olmaz. Bana, “Neden zoru
seçtin?” dedikleri zaman geriye dönüp baktığımda
İngiltere’de yaşadıklarımla her anlamda kendimi değiştirdim. Bunu
sadece futbol olarak düşünmeyin. Yaşam anlamında da kendimi
değiştirdim. Hayata bakış açınız değişiyor. Sokaktaki hayvana bile
bakışınız değişiyor. Buradaki psikoloji ise çok başka. Hep başarılı
olacaksınız. Böyle bir dünya yok. Öyle bir futbol da yok zaten… O
yüzden kolay zaten kolay. Onu zaten yapabiliyorsunuz. Önemli olan
zoru başarabilmek. Zoru yaparken de çok mücadele olacak, çok kavga
olacak, çok uğraş olacak… Zaten pasaporttan geçtiğiniz zaman 2-0
mağlupsunuz. Beraberliği sağlayacaksınız; bir de galip
geleceksiniz. Ama bunu başardık. Daha önce Nihat başarmadı mı?
Tugay abi 11 yıl kaldı. Emre başardı, Okan abi başardı. Önceden
daha çok vardı. Şimdi sayabiliyor muyuz?
Genç oyuncuların Avrupa’da oynamasını teşvik etmek için
neler yapılabilir sence?
Enes mesela; babası benim kaptanımdı, beraber oynadık. Çok
yetenekli ve kendisini geliştirebilir. Ben genç oyuncular için hep
şunu söylüyorum; Türkiye’de oyna ama Avrupa’ya gitme fırsatın varsa
da değerlendir. Tabiî ki kendi ülkene, takımına hizmet et. Gidip
gitmemek de sorun değil. Tabiî ki mücadele olacak. Tabiî ki oynamak
istiyor herkes. Ama yeterlilik duygusu var bir… İkincisi bizde
gidecek oyuncu ya Barcelona’ya, Real Madrid’e ya Manchester
United’a, Chelsea’ye gidecek. Tamam, böyle hayal et; güzel olsun.
Ama onu hayal edebilmek için önce basamakları çıkman lâzım. Zaten
seni gelip almak istese gelir alır kulüp… Arda direkt Barcelona’ya
mı gitti? Hayır… Orada bir süreç geçirdi. Kendini çok fazla
geliştirdi.
Gençlerin Avrupa’ya gitmelerini özendirmek için nasıl bir
formül bulunabilir?
Çocukları özendirmek için eğitim şart. Şu an kurstayım. O kadar
güzel şeyler görüyorum ki… Sağ olsunlar Mustafa Özer Hocam, Nedim
Karadeniz Hocam ve diğer çalışanlar çok güzel şeyler anlatıyorlar.
Çok bilgililer. Mustafa Özer Hocama, “Neden buradaki
eğitim sistemi ülkemizdeki kulüplere anlatılmıyor?”
dedim. En alt gruptan en üst gruba anlatılması gerekir. Dedi ki,
“Fatih Hoca da biz de bunu istiyoruz ama kulüpler
tercih etmiyor…” Bazen aramızda da konuşuyoruz,
“Nasıl başarabiliriz” dedik ya… Sen
altyapıdaki oyuncuları o günlük başarı için mi kullanıyorsun yoksa
yetiştirmeye mi çalışıyorsun? Bizde maalesef öyle. Altyapı hep
birinci olacak ve galip gelecek. Ama oradan oyuncu gelmiyor. Senin
orada aldığın başarı beni ilgilendirmez ki… Ben A takımın hocası
olsam ya da yönetici olsam beni ilgilendirmez.
Yeniden Millî Takım’a dönecek olursak. Millî formayla
attığın 22 gol içinde senin için en değerlisi
hangisiydi?
Hepsi çok anlamlı. Çünkü Millî Takım formasıyla gol atıyorsunuz.
Tarihe baktığınızda en fazla gol atan oyuncu Hakan ağabey. Açık ara
o… İkinci sırada ben varım ama ben zaten çok golcü bir oyuncu
değilim. Dediğim gibi, gollerimin hepsi çok anlamlı ama
Konfederasyon Kupası’nda Fransa’ya attığım golü biraz ayrı
tutabilirim. Güzel ve keyifli bir goldü.
Peki ya unutulmaz maçın?
Avrupa Şampiyonası’ndaki maçların hiçbiri unutulmaz. Çek maçı,
Hırvat maçı unutulmazdı. Almanya ile oynadığımız yarı final maçını
hâlâ an be an hatırlarım. Bizim açımızdan çok keyifli ve renk veren
bir ortam vardı.
Birlikte oynadığın en iyi oyuncu kimdi?
İsim vermeyi çok sevmiyorum. O kadar iyi futbolcularla oynayınca
siz de keyif alıyorsunuz. Bu yabancı da olur, Türk de olur. İyi
oyuncularla oynamak çok daha keyifli oluyor. Bugüne kadar oynadığım
herkesten bir şeyler öğrenmişimdir.
Millî Takım sahnesinden erken çekildiğini düşünüyorum. Son
kez A millî olduğunda henüz 28 yaşındaydın. Bu konuda neler
söylersin?
O süreç içinde gelen hocalara bakmak lâzım. O süreci farklı
konuşabiliriz. Çok uzun sürer. Ama ben hizmet ettiğim müddetçe her
zaman elimden geleni yapmaya çalıştım. Çok fazla keyif aldım.
Üzüldüğümüz noktalar da oldu. Ama o sürece girersek birilerini
suçlamak veya birilerini ön plana atmak; “Benim suçum
değildi, onların suçuydu” demek yanlış olur.
Karşılıklı hatalar vardır. Benim de hatalarım olmuştur. En azından
yaşadığım süreçte o kadroda olduğum için bile gurur duyuyorum.
Önce Katar, ardından da Hindistan Liglerini tercih etmenin
sebebi neydi? Bu durumu kariyerinin devamı mı yoksa uzun vadeli bir
emekli ikramiyesi olarak mı değerlendiriyorsun?
Türkiye’ye dönmeyi düşünmüyordum. Bir Bursa dönemim var. Gelmeyi
düşünmüyordum ama farklı bir süreç oldu. Sağolsun rahmetli
başkanımız kapısını açtı bana. Çok güzel dostluklarımız oldu.
Türkiye’de oynamak istemiyordum normalde. Yurtdışında devam etmek
istiyordum. Çünkü kafa yapınız değişince burada işler zor oluyor.
Bunu görüyorsunuz. Zoru severiz, savaşırız, keyif alırız ama başka
sorunlardan dolayı yurtdışında kalmak istiyordum. Katar bir anda
oldu. Sağolsun Bülent Uygun Hocam çok istedi. Çok da keyifli geçti.
İkinci sezon yine Bülent Hocam çok istedi ama şartlar, imkânlar
uymadı. Kariyer planlaması değil bu. Şimdi size, “Hadi
Hindistan’a gidiyoruz” deseler gelmezsiniz. Bana ilk
“Hindistan” dediklerinde Katar’a
gitmiştim. “Hindistan ne alâka?” diye
sormuştum. Ondan sonra baktım Anelka, Zico, Materazzi herkes oraya
gidiyor. Sonra tekrar Katar olmayınca böyle bir teklif geldi.
Kampın Antalya’da olması bana daha da cazip göründü. Bir ay
Antalya’daydı takım. Uyum sürecini orada geçirdim. O da güzel oldu.
Hindistan’a gidince de çok farklı bir ortam gördüm. Çok farklı bir
kültür, farklı bir yaşam var. Bütün takım olarak otelde
kalıyorsunuz. Deplasmanlara iki gün önceden gidiyorsunuz. Çünkü
yolculuk uzun sürüyor. Yüzölçümü çok büyük. 1.5 milyara yakın insan
yaşıyor. Otelden dışarı çıktığınızda bir anda farklı bir dünya
görüyorsunuz. İnekler yürüyor. Sokakta duş alan, tamamen sokakta
yaşayan insanlar var. Çok kalabalık. Kapıyı açıyorsunuz, diğer
tarafa geçiyorsunuz. Boyut değiştirme durumu var. Bir yanda büyük
bir zenginlik var. Tapınaklarından evlerine kadar, yemeklerinden
insanların yaşamına kadar çok farklı bir kültür. Hindistan’ı görüp
orada yaşamaktan keyif aldım. Belki yarın bir gün bir daha
göremeyeceğim. Belki Katar’ı da göremeyeceğim. Hem dostluklar
kazandım hem farklı ülkeleri, farklı kültürleri tanıdım. Çok
keyifliydi benim açımdan.
Devam edecek misin?
Şu an belli değil. Lig sona erdi. Zaten 7 takım var ve çok kısa bir
sezon yaşanıyor. Orada Zokorave Mutu ile beraber oynadım. Stoke
City’den takım arkadaşım kaleci Steve Simonsen ve yine
İngiltere’den tanıdığım stoper RogerJohnson’la oynadım. Güzel
günlerdi.
Bugün Çin’de büyük bir transfer atağı var. İnanılmaz
paralar ödeyerek oyuncu transferleri yapıyorlar. Hindistan
örneğinden yola çıkarak,bu transfer hamlelerinin bir ülkenin
futbolunu hareketlendirebileceğini, orada bir futbol kültürü
oluşturabileceğini düşünüyor musun?
Hindistan’da seyirci çok fazla gidiyor maça. Statlar hep dolu.
Orada daha önceden kriket modaydı. Ki hala devam ediyor. Çok fazla
yatırım var. Ama şimdi futbola çok fazla yatırım yapmak istiyorlar.
Bir ara çok sayıda yıldız oyuncu aldılar. Yine alacaklar. Ama genç
oyunculara da yönelmeye başladılar. Üretmeye çalışıyorlar. Şu an
benim ligim bitse de yerel lig devam ediyor. Yabancılar da
oynayabiliyor o ligde. O yüzden çok yatırım yapmak istiyorlar.
Seyirci olarak çok fazlalar. İzlenme oranları çok yüksek. Değişik
bir kültürleri var. Gol olduğunda iki takımın seyircisi de
sevinebiliyor. Futbolu bir oyun, bir eğlence olarak görüyorlar.
Çin’e bakıldığında orada da insan sayısı fazla. Futbola
Hindistan’dan daha da düşkünler. Başlayınca göreceğiz. Şu an teklif
yok ama gelirse neden olmasın. Olursa değerlendiririz.
İngiltere, Almanya, Katar ve Hindistan tecrübelerine şimdi
de antrenörlük kursunu eklediğini görüyoruz. Bundan sonrası için
kariyerini nasıl planlıyorsun?
Aslında Türkiye’ye döndüğümde dinleneyim dedim. Ama çok dinlenince
de bir şey olmuyor. Fatih Hocam, “Ne
yapacaksın?” diye sordu. “Bir şey yok
hocam, dinleniyorum” dedim. “Kurs var;
git orada dinlen” dedi. Aslında aklımda yoktu bu
kurs. Fatih Hocam öncülük yaptı. Buraya gelirken mutlaka hocalık
diplomam olsun diye düşünmedim. Önce bir görmek istedim eğitim
nasıl veriliyor diye… İyi ki de gelmişim. Çok değişik şeyler
öğreniyorum. Bildiğimiz şeyleri birilerine aktaracağız ama bir şey
bilmiyoruz. Futbolcuyuz… Antrenörlük başka bir dünya. Ben gelirken
bu kadar beklemiyordum. Beklediğimin çok üstünde bir ortam var.
Futbolcuyken biliyorsunuz ama onun bir içeriği var, metotları var.
Onu görmek, okumak farklı bir şey, anlatmak başka bir şey. Hocalık
zor bir şeymiş. Zor olduğunu anlıyorsunuz.
Deneyecek misin?
İstiyorum. Çok üst düzey olmasa da mutlaka bu tecrübeyi istiyorum.
Bende olan ne varsa vermek, aktarmak isterim. Bir gün teknik
direktör olmak istiyorum. Ama Millî Takım’da olur ama sevdiğim bir
kulüpte veya altyapıda olur. Belki de yurtdışında olur… Bu bilgi
birikimini bir şekilde birilerine vermek isterim. Doğru bir şekilde
ulaştırmak isterim. TV’de konuşmak da olur ama öğreticiysen.
Maalesef bunun da reytingi yok.