Caner Cindoruk: Kadınıma taparım
Hanımın Çiftliği’nde Güllü’ye olan büyük aşkıyla dikkat çeken Kemal karakterini oynayan Caner Cindoruk, özel hayatını anlattı.
1980 yılında Adana’da doğdu Caner Cindoruk. Amcası Erdal Cindoruk, oyuncuydu. O da kısa zamanda tiyatroya sevdalandı. Çocukluk yılları kuliste geçti. Hiçbir iş ağır gelmedi ona bu uğurda. Çıraklığını çay getirerek yaptı. Ortaokulda, lisede, üniversitede sergilenen oyunlarda hep bir sahne buldu kendine. İlk profesyonel rolüyse ’Fehim Paşa Konağı’ndaki ’Yusuf’tu. İşletme okudu, konservatuara gitmedi, çünkü usta-çırak ilişkisini önemsedi ve oyunculuğun illa ki okuldan geçmesi gerektiğini düşünmüyordu. Onunla tanışmamız, ’Geç Gelen Bahar’la oldu. Sonra ’Yaprak Dökümü’yle çıktı karşımıza. Şimdi de ’Hanımın Çiftliği’nin Kemal’i o. Tabii ki tiyatro tozu yutmuş biri olarak, sahneden de uzak duramıyor.
- Herkes dizinin yorgunluğunu tatilde atarken, sanırım
siz farklı işler peşindeydiniz?
Evet, geçen sene tiyatro yapmadan duramayacağımızı anlayınca bir
tiyatro grubu kurmuştuk. Bu sezon da tatil yapmak yerine yeni bir
oyun çıkaralım istedik. Beş kişi her günümüzü çalışmalara verdik.
’Titanik Orkestrası’ diye hayatı ve insanı sorgulayan absürd bir
komedi hazırladık. Adana ve İstanbul’da oynayacağız.. Turnelerimiz
de olacak.
- ’Hanımın Çiftliği’ne nasıl
seçilmiştiniz?
Yaprak Dökümü’nde oynadığım karakteri hem kanal hem de seyirci
sevmişti. Güzel bir çıkış olmuştu. Hanımın Çiftliği’nin yapıldığını
piyasada duyuyorduk. ’Adanalıyım, keşke olsa’ diyordum. Orhan Kemal
de bizim coğrafyanın yetiştirdiği ve dilini daha iyi
anlayabildiğimiz bir yazardır, benim için de çok önemliydi.
Yapımcıya ’Yaprak Dökümü’nde oynadığım karakterden bahsedip tam
Kemal karakterine uygun biri var demişler. Adanalı da olduğumu
öğrenince ilk imzayı ben atmış oldum.
- Edebi eserlerin dizilere uyarlanması hakkında ne
düşünüyorsunuz?
Sinemayla anlatsanız romanın aslına sadık kalırsınız ama dizi
olunca sadece esinlenme oluyor. Senaristler tabii ki kendi
öykülerini yazıyor ama uyarlamalar arasında romana en sadık kalan
bizim projemiz. Yeni jenerasyonun unuttuğu ve görmezden geldiği bir
yazardı. Şimdi Orhan Kemal yeniden okunur oldu. Bir Orhan Kemal
fanatiği olarak bu beni çok mutlu etti.
- Romanın yazıldığı dönem 50’lerdi. O günden bugüne
kadının gördüğü şiddet değişti mi?
Şiddet uygulamak toplumumuzun geri kalmışlığıyla ilgili. Global
dünyanın getirdiği bir aydınlanma süreciyle de kadınlar artık
siyasete, ekonomiye giriyor ve iş yaşamında yer alıyor. Kadın artık
evi bekleyen insan değil, toplumda bir yeri oldu. İlerleyen, kendi
ayakları üzerinde duran birey haline geldiği için 50’li yıllara
göre bu durum azaldı. Ama Adana’da şiddet hala var. Gerçekten
örgütlenmek lazım. Toplumda sözü geçen kadınlar buna öncülük
edebilir her anlamda. Bu ülkede yaşanan kadın sorunu annemle ya da
sevgilimle ilgili. Kadından çıkıyor ama insana dayanıyor özü. Bir
sanatçı olarak ışık tutabilmeliyiz. Kız çocuklarını okula
göndererek, erken yaşta evlendirmeyerek bunun aşılacağına
inanıyorum.
KADINLAR ÇOK ESTETİK
- Kadınları geri planda tutmaya kalkan toplum aklının
yarısını kullanmıyor gibi...
Kadınlar bir kere çok estetik ve kadınları seviyorum. Bir ailede
kadın, erkek uyumu olduğunda o ailedeki çocuk da bilinçli ve
kültürlü oluyor. Osmanlı’da da kadınla erkeğin iletişimi ne zaman
artmış, işte o zaman istihdam da artmış. Tarih boyunca böyleymiş,
biz bunu nasıl görmüyoruz anlamıyorum? Erkeğe erkek olduğunu
hissettiren kadındır zaten. Ben anneme, kadınıma, sevgilime
taparım.
- Şiddet meselesi eğitime de bakmıyor. Peki, nasıl bir
erkek şiddet uygular sizce?
Kendi problemi olan insanlar bunu yapar. Güvensiz, kendine
inanmayan, eğitimini tamamlayamamış, gerçekten olmamış ve kendine,
vatanına hayrı olmayan insan böyle davranır. Sadece kız çocukları
değil, erkek çocukları da ’Yapamazsın, gidemezsin, doktor
olacaksın’ gibi bir dayatmayla büyütülüyor. Problemli bireyler
yetişiyor.
- 1950’lilyıllarda geçen bir hikayede oynamak nasıl bir
duygu?
Dedelerimizin, babalarımızın çocukluk anılarını dinlediğimiz için
kafamızda siyah beyaza yakın bir fotoğraf canlanıyordu. Benim dedem
o çırçır fabrikasında çalışan bir işçiymiş. Benim oynadığım
karakter gibi o da yağcıymış fabrikada. Ben onu oynadım, bana güzel
ve yakın gelen bir duyguydu.
- Eski yıllara dönme şansı olsaydı hangi yılları tercih
ederdiniz?
Aslında 80’li yılları çok istiyorum ama bir yandan da korkutucu
geliyor o yıllar. En çok 70’li yılları isterdim herhalde.
- Üniversitedeyken yönetmenlik de yapmışsınız,
gönlünüzdeki hangisi?
Sanırım ölene kadar yapacağım bir iş oyunculuk. İnsan gerçekten her
oyunda her projede bir şey öğreniyor. 70 yaşında da olsan
sınırların başka olacak.
AŞK SINIR TANIMAZ
- Dizide aşk sınıf çatışması dinlemiyor, gerçekte de
böyle midir?
Aşk sınır tanımaz. Aşk gelip geçen bir duygu. Birine aşık
oluyorsunuz, onu elde ediyorsunuz ama aslında siz kafanızda
yarattığınız bir hayale, onun etrafında kurduğunuz düşlere aşık
oluyorsunuz. Hayal kırıklığıyla karşılaşmanız da mümkün.
Kimya tuttuğu zaman öyle devam ediyor sanırım mutlak aşk. Ve o ilk
baştaki duygu da hiçbir şey tanımıyor.
- Dizide ilk aşkınız Güllü’ydü, ilk aşk unutulmaz
mı?
Bence unutulmaz. Kırıntısı, izi kalır.
- Aşk ilişkisinde çılgınlıklar yapar
mısınız?
Ben biraz çılgınım. Coğrafyamın getirmiş olduğu bir deli doluluk
var. Yer yer kalemimle yer yer sözlerimle bunu yapıyorum.
- En unutamadığınız hangisiydi, mesela şimdiki kız
arkadaşınız için ne yapmıştınız?
Bir anda karşısına çıktım, alkollüydüm. Söyleyemediğim
şeyleri ilk o zaman söyledim. O geceden sonra birlikte olmaya
başladık. Çoğu şeyi yok saydık o andan sonra. Çok zor bir çevrede
birlikte olmaya başlamıştık. Her şeye rağmen başladık.
- Peki, ters tepip ’Yanlış anlamışsın’ deseydi ne
yapardınız?
Yok, demezdi. Ben biliyordum. İnsan doğruyu görmek isterse emin
olur.
SİBEL ATEŞ YENGİN - AKŞAM