'Şampiyon olmaya mecburuz'
"Endüstriyel sporu geliştirelim derken ipin ucunu kaçırdık. Hemen her maça bir tartışma, gerilim, polemik yükledik."
Maaşallah (!) bizim medya da yerine göre bunları ya köpürttü, ya da
ateşleyip yapay bir yangın başlattı.
Genç futbolcular, kanı kaynayan taraftarlar gazı aldıkça yangına
katıldılar, o gerilim ve korku ortamının birer parçası oldular.
Oysa neresinden bakarsanız bakın, futbol eninde sonunda masum bir
oyun. Ve biz futbolu seyrederken savaşmak değil,
“eğlenmek” istiyoruz.
Hafta içinde bu duygularla kısa bir derbi turu yaptım... Beşiktaş
ve Fenerbahçe antrenmanlarından önce/sonra hocalarla ve bazı
futbolcularla sohbet ettim.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki iki teknik direktör, Ersun Yanal ve
Slaven Bilic, çok rahattılar. Telaşsız, rahat, sistematik bir
düzenle çalışıyorlardı ben gittiğimde.
İkisi de derbi maça özel bir anlam yüklemeden, ama maçın önemini de
unutmadan - azaltmadan, birbirlerine saygı duyarak
çalışıyorlardı.
‘O kadar zor değil’
Slaven Bilic, “Bu ligde Fenerbahçe’yi yenecek tek takım varsa, o da
Beşiktaş’tır, sözüne katılmıyordu... Futbolcularıyla konuşurken,
“Konyaspor, Fenerbahçe’yi yendi. Bursaspor, Kasımpaşa,
Antalyaspor da yenebileceklerini gösterdiler. Son dakika golleriyle
uzatmada yenildiler."
‘Şampiyon olmaya mecburuz’
Herkesin kafasındaki soru, lig şampiyonluğu... Ersun Yanal, bu
soruyu geçersiz kılacak inancını dile getiriyor: “Biz
şampiyon oluyoruz. Olduk, demiyorum, oluyoruz diyorum. Lig de bizi
şampiyonluğa götüren bir süreç. Bizim koşumuza dayanamazlar. Ama
yine de maçın sonucu ile hiçbir şey bitmez. Taviz yok,
kazanmalıyız. Şampiyon olmaya mecburuz, mahkumuz” diyor.
Beşiktaş’ı yenmeleri halinde tek kalmayacaklarını, rakiplerinin
yine yarışın içinde olacağını söylüyor. Slaven Bilic de en az Yanal
kadar iddialı : “Beşiktaş genç, enerjik, koşan, mücadele
eden cesur bir kadroya sahip. Zor zamanlar ve haftalar geçirdik.
Bunları atlatmak kolay olmadı. Ama geçtiğimiz süreci rakiplerimiz
de yaşayacak. Yarış sürecek ve kazanacağız!”
İki teknik adam da beni nezaketle karşıladı. Sohbetlerinden çok
yararlandım. Birbirlerine saygı duyuyorlardı. Bu saygı ve sempatiyi
elle tutulur, gözle görülür hale getirmelerini önerdim. İşte iyi
dileklerle dolu şapka mesajları böyle oluştu. İki hoca birbirlerine
“şans” dilerken, adeta “melek
gibi” tertemizdiler. Onlara şans melekleri diyorum ben
de... Bol şans diliyorum!
Alves’e izin vermedik
Ersun Yanal da her maçın ayrı bir planı olduğunu, o planın
disiplinle uygulanması gerektiğini anlatıyor: “Kornerleri kim,
hangi direğe atacak ? Frikikleri kim kullanacak ? Penaltıcımız kim
? Bunlar hep önceden bellidir. Şaşmaz bir disiplinle uygulanır.
Seyredenler için bir ayrıntıdır ama bizim için çok önemlidir” Bir
de örnek veriyor: “Bursa’daki maçın uzatmalarında bir
frikik kazandık. Bruno Alves topun başına gelip o fırsatı kullanmak
istedi. Emre müdahale etti. Çünkü plandaki frikikçimiz Caner’di.
Atışı Caner kullandı, o topla başlayan pozisyon bize galibiyet
golünü getirdi.”
İki Hoca’nın anlattıkları, aslında bize sunulan futbol menüsündeki
zenginlikler. Biz oyunu seyrederken, bazen bu ayrıntıları
kaçırıyoruz, sadece golü ve golcüyü alkışlıyoruz. Ama öncesi de çok
önemli!
Ersun Yanal, Sivasspor ve Beşiktaş’ın oynadığı oyunu çok beğeniyor.
Onun için en iyi takımlar ise Barcelona, Bayern Münih ve Arsenal.
“Transformasyonu en iyi yapan dünya takımları
bunlar!” diyor.
Geçmiş olsun
Emre Belözoğlu’na bıyık ve sakal çok yakışmış. Kariyerinin ilk
günlerinde bana “amca” derdi. Aradan geçen yıllar
onu büyüttü, beni gençleştirdi. Şimdi “Abi” diyor.
Yeni yüzüyle kendini daha iyi ifade ettiğini, sert ve öfke dolu
çizgilerin kaybolduğunu, artık olgunlaştığını söyledim, sevindi.
Ona başarı ve şans diledim. Yarım saat sonra duydum ki fena halde
sakatlanmış. Çok, çok üzüldüm. Acaba nazarım mı değdi? Zannetmem.
İyileşsin, ona bir nazarlık göndereceğim. Geçmiş olsun Emre!
SLAVEN BILIC
Demek ki bu iş o kadar da zor değil, sizler uzatmaya
bırakmadan Fenerbahçe’yi yenebilirsiniz!” diyordu.
Ersun Yanal, geçen hafta Antalya’da oynanan maçın skorunu takdir
edip içeriğini (oyunu) beğenmeyenlere hak veriyordu: “Milli
takımlara giden bir çok oyuncumuz var. Onlar yokken kalanlarla
çalışıyoruz, ama takım bütünlüğü dağılıyor. Maç dönüşünde
yorgunluklar, sakatlıklar söz konusu oluyor. Örneğin Bruno Alves,
Caner Erkin ve Mehmet Topal sakattılar. Bu durum haliyle bir ritim
bozukluğu yarattı. Ama derbi öncesi bunu atlattığımızı
sanıyorum” dedi.
Merak ettiğim konulardan biri, “liderlik”...
Fenerbahçe daha sistematik oynuyor ve onların (eski Alex gibi ) bir
lideri yok... Oysa Beşiktaş’ın Fernandes gibi bir lideri var. Bu
durumu nasıl değerlendiriyorlardı acaba ?
Lider karakterli isimler
Slaven Bilic’e göre belli bir oyuncunun liderliği üstlenmesi o
kadar önemli değil. O’na göre Volkan, Alves, Egemen, Emre, Kuyt,
lider karakteri taşıyan önemli oyuncular. Gerektiğinde öne çıkıp
çözümleyici oluyorlar. Kendi takımında da Fernandes’le birlikte
Tolga’nın, Sivok’un, Almeida’nın, Oğuzhan ve Atiba’nın lider
karakteri taşıdığına inanıyor Bilic.
Ersun Yanal, “Bizim liderimiz felsefemiz” diyor:
“Son dakikalarda attıklarımıza değil, kaçırdıklarımıza
bakın. Fark olurdu. Biz o farkı yaratacak baskılı, tempolu mücadele
dozu yüksek bir oyun oynadık. Kazanmak istek ve heyecanımızı hiç
kaybetmedik” diye ekliyor.
Ersun Hoca’nın futbola yepyeni kavramlar kazandırdığını biliyoruz.
Örneğin, basketboldan taşıdığı “taktik fauller”
şimdi çok yaygınlaştı. Onun terminolojisindeki yeni kavram
“transformasyon”... Özallı yıllarda sosyal ve
ekonomik yorumlarda transformasyon karşılığı olarak sıkça
kullandığımız “değişim” sözcüğünü Ersun Yanal
“hızlı geçiş” biçiminde futbola taşımış...
“Az sonra transformasyon idmanı yapacağız. Savunmadan
hücuma hücumdan savunmaya çok çabuk geçerek maç içindeki
etkinliğimizi ve önceliğimizi sürdürmek istiyoruz” diyor.
Aykut Kocaman’ın zamanında çok eleştirilen “kontrol
futbolu”nun üzerine Yanal’ın transformasyonla koyduğu yeni
anlayış, “kontrollü hücum futbolu” olabilir
bence.
Ya golsüz biterse?
Ümraniye ve Samandıra’da en çok çalışan adamlar, kaleciler. Bizler,
futbolsever olarak bol bol gol bekliyoruz. Kalecileri unutuyoruz.
Oysa onlar, saatlerce hem salonda, hem kalede çalışıyorlar.
Bıkmadan, usanmadan binlerce atışta onlarca tekniğe karşı kendi
becerilerini geliştiriyorlar. Maç golsüz biterse, sizleri şimdiden
uyarayım. Golcüleri eleştireceğinize, kalecileri alkışlayın lütfen.
Tolga Zengin, FIFA’nın bile golü teşvik ederken kalecileri
unuttuğunu söylüyor. Volkan Demirel ise, “Kimseden alkış,
takdir beklemiyoruz. Görevimizi yapalım, gol yemeyelim,
yeter!” diyor.
Kasımpaşa’yı beğeniyor
Slaven Bilic’in en beğendiği takım Kasımpaşa. Hırvat Hoca,
“Türkiye’de ilk golü atmak çok zor ve önemli... İlk golü
atarsanız, devamı daha kolay gelir. İstediklerinizi daha kolay
uygulayabilirsiniz. Kasımpaşa çok rahat goller atıyor. Çok rahat
oynuyorlar. Fenerbahçe de bu anlamda bizim gibi hem atıyoruz, hem
kaçırıyoruz” diyerek gülüyor.
Çabuk ve dengeli!
Kontrollü hücum futboluna karşı Bilic ne yapacak ? Ligin en genç
kadrolarından birine sahip Hırvat Hoca’ya göre Beşiktaş da yüksek
tempo, sürekli koşu ve hücum öncelikli oyunuyla kartlarını açacak
“Fernandes, Gökhan, Olcay, Oğuzhan, Almeida takım
arkadaşlarıyla birlikte bu maçın kahramanı olabilirler”
diye düşünüyor. Tolga ve Sivok’a çok güveniyor. Savunma ve hücumu
çok çabuk ve dengeli biçimde oynayacaklarını söylüyor.
Bilic, Almeida’nın Dünya Kupası play off maçında Cristiano
Ronaldo’ya yaptığı asistten çok etkilenmiş. O’nun derin pasıyla bir
anda pozisyona giren Ronaldo golü atmıştı ya, aynısını Konyaspor
maçında da denemiş Portekizli: “Olcay’a öyle bir top attı..
Olcay gole çeviremedi ama, ikisinin de denemesi çok önemliydi...
Hep deneyecekler” diyor.
60 saatte iyileşti
Manuel Henrique Tavares Fernandes. Beşiktaş’ın en büyük fenomeni...
Becerisinden, yaratıcılığından, kalitesinden kimsenin kuşku
duymadığı Portekizli oyuncu, futbolu kadar gece yaşamıyla da
tartışmaların odağında.
Öte yandan yıl sonunda bitecek sözleşmesinin yenilenme pazarlığına
da bir türlü noktayı koymadığı için hem sevilen, hem de kızılan
adam. Maç başladığında onunla ilgili her türlü tartışma bitiyor,
tartışılmaz oyunu ve gösterisi başlıyor.
Milli maç arasında duydum ki 10 gün süreyle sabah 7.30’da tesislere
gelip aralıksız 10 saat çalışarak, sağlık ekibi ve
fizyoterapistlerin gözetiminde tedavisini sürdürerek Konyaspor
maçına çıkmış. Derbi için, teknik ekibe de arkadaşlarına da hazır
olduğunu göstermiş. Fernandes, merakla beklenen derbi performansını
bugün başarıyla gerçekleştirirse, sakın şaşırmayın. Çünkü bu adam
eğlenmeyi de, çalışmayı da oynamayı da çok iyi biliyor!
ÇAKIR VAR, UILENBERG YOK!
İki takımı da ziyaret ettiğimde derbinin hakemi henüz atanmamıştı.
Bazı maçlarda hakemlerin çok çabuk karta başvurduğunu ve oyun
ayarının bozulduğunu konuştuk. Halis Özkahya’nın Galatasaray
maçında gösterdiği 10 sarı ve 3 kırmızı kartın, tribündeki
“Uilenberg etkisiyle” beklenenden fazla olduğunu
söyledim, katıldılar. Neyse, buradan bir haber vereyim : MHK
Başkanı Zekeriya Alp’i görüp öğrendim. Uilenberg Kadıköy’deki maça
gelmeyecekmiş. Çakır da, futbolcular da rahat olsun. Eh, kurallara
da uysunlar ama!
ATİLLA GÖKÇE / SKORER