Ekranın fedakar dedesi Atilla Şendil bilinmeyenlerini anlattı

Usta tiyatro sanatçısı Atilla Şendil'i şimdilerde izlenme rekorları kıran "Masumlar Apartmanı" dizisinde Farah Zeynep Abdullah’ın yani İnci karakterinin aksi ama yüreği torunları için atan fedakar dedesi rolünde izliyoruz...

Ekranın fedakar dedesi Atilla Şendil bilinmeyenlerini anlattı

Posta Gazetesi'nden Alev Gürsoy Cimin'in röportajı...

‘Masumlar Apartmanı’ dizisinin bu kadar ilgi görmesinin sebebi sizce nedir?

Bu dizi, bir boşluğu doldurdu. Seyirci, birbirini taklit eden, gerçeklikten uzak, zengin-fakir çatışması olan dizilerden sıkıldı. Televizyona baktığında kendinden çok uzak dünyalara gitmekten, kendi gerçekliğinden uzaklaşmaktan sıkıldı. İlgi görmesinin en büyük sebebi diğerlerinden farklı olmasıdır. Müthiş bir senaryo ekibimiz var. Senaryoyu elime aldığım ilk andan itibaren satırların arasında kayboldum.

Canlandırdığınız Memduh karakteri otoriter bir dede. Size benziyor mu?

Aslında tatlı-sert olmaya çalışıyor ama kantarın topuzu kaçıyor tabii arada. Ayrıca otoriter adam küser mi ya? Memduh, küsüyor. Ben de arada sırada küsüyorum. (Gülüyor)

"TONTON BİR DEDE OLACAĞIM"

Siz gerçek hayatta nasıl bir dede olurdunuz?

Çok tonton bir dede olacağımı düşünüyorum.

Oynadığınız diziyi seyirci gözüyle izlerken ne hissediyorsunuz?

‘Masumlar Apartmanı’nı seyretmeyi çok seviyorum ama normal bir seyirci gibi seyretmemiz mümkün değil. Oyuncuysanız eğer bir başka seyrediyorsunuz kendinizi. Yönetmen bir farklı seyrediyor. Görüntü yönetmeni, kadraja, renge bakıyor. Ne zaman kapılıyoruz akıntıya işte o zaman bir başka keyifli oluyor.

Dizide takıntılı insanların hem kendini hem de dışarıdaki insanları nasıl zorladığına şahit oluyoruz. Sizin hayata karşı nasıl takıntılarınız var?

Normalde hiçbir şeyi takıntı haline getirmem. Çok rahat bir insan da değilim. Elbette ki titizlendiğim çok şey var. Bir oyun yönetirken ya da bir role çalışırken haddinden fazla titizlendiğim olur.

Usta bir tiyatrocusunuz ama dizilerle daha popüler oldunuz. Tiyatro yolculuğunuz nasıl başladı?

Aslında bu doğal bir durum. Tiyatroda bir gecede birkaç yüz seyirciyle buluşurken, televizyonda bir anda birkaç milyonu bulabilen seyirciye ulaşabilirsiniz. Dizilerdense tiyatrodan tanınmak bana haz veriyor. Tiyatroyla 1980’in başında tanıştım.

1991’den bu yana da İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda ve özel tiyatrolarda, oyunculuk ve yönetmenlik yaptım. 2010 yılında Yeni Tokyo Devlet sahnesi başrejisörü Hitoşi Uyama ile çalıştım. Haliç Üniversitesi ve Okan Üniversitesi konservatuarlarının kurucu kadrosundayım. Tiyatro, dizi, seslendirme, okul, zaman zaman da yurt dışında eğitimlerim oluyor.

MOTORA BİNMEYİ VE AHŞAP İŞLERİNİ ÇOK SEVERİM

Dizi dışında neler yapıyorsunuz, nasıl bir hayatınız var?

Yoğun bir çalışma programım var. Yabancı dizilerde, belgesellerde seslendirme, ‘Kral Şakir’ ve sesli kitap projeleri... Motora binmeyi, ahşap işlerini, antika ve restorasyonu çok seviyorum ama en keyifli anım herkesin evde toplandığı anlar oluyor. Ailemle vakit geçirmeyi çok seviyorum. Eşim de devlet tiyatrosu sanatçısı olduğu için evde birlikte olduğumuz zamanlar biraz sınırlıydı ama pandemiyle arayı kapattık.

DÜNYADAKİ EN İYİ SESLENDİRME TÜRKİYE’DE YAPILIR AMA KARŞILIĞINDA NE DÜŞÜK ÜCRET ALINIR

Seslendirme projeleriniz nasıl gidiyor? ‘Kral Şakir’deki performansınıza bayıldık. Seslendirme, Türkiye’de yeterince profesyonelleşebildi mi?

Seslendirme konusunda dünyada üstümüze yok. Dünyadaki en iyi seslendirme Türkiye’de yapılır ama karşılığında en düşük ücret alınır. Başta oyuncular sendikası olmak üzere meslek örgütlerimizin çabalarıyla bu sıkıntılar kısa zamanda çözülecektir.