Gazete Duvar'dan Funda Cantek yazdı: "Gazino sahnesinden bakınca Türkiye"

Erkeklerin hakimiyetinde olmasına rağmen, çoğunlukla kadın yıldızların ayakta tuttuğu bir eğlence mekânı olarak gazinolar, bu kısa hatırlatma yazısından çok daha fazla ilgiyi hak ediyor. Türkiye’nin yakın tarihi yazılırken bir çeşit mikro kosmoz olarak gazinolar önemli bir yer tutmalı.

Gazete Duvar'dan Funda Cantek yazdı: "Gazino sahnesinden bakınca Türkiye"

Eski MİT Müsteşarı Mehmet Eymür’ün güncel itirafları (yoksa “marifet” beyanları mı demeli?), kimi yüksek mevkilerde olan emniyet mensuplarının yıllar boyu suç örgütleriyle nasıl işbirliği yaptıklarını, bu işlerden çıkar elde ettiklerini ve hem devletten, hem de gayrimeşru ilişkilerinden aldıkları güçle sıradan vatandaşa, muhaliflere nasıl zulmettiklerini göstermesinin yanında, yeraltı dünyasının memleketin başına ezelden beri bela olduğunu da hatırlattı. Eymür’ün Gökçer Tahincioğlu ile yaptığı söyleşiyi okumadan önce “Gazinocular Kralı” olarak anılan, Maksim’in patronu Fahrettin Aslan’ın oğlu Sacit Aslan’ın Bir Masada İki Kral Olmaz başlıklı anılarını okumuştum. Eymür’ün bahsettiği kirli ilişkilerin kurulduğu, kimi şiddetle neticelenen pazarlıkların yapıldığı mekanlardan biri ve en önemlisi Aslan’ın da işaret etmesiyle fazla bilinmeyen yahut hatırlanmayan yönleriyle ortaya çıkmış oldu: Gazinolar.

30’lardan 90’ların ortalarına kadar Türkiye’nin eğlence hayatında önemli yeri olan gazinolar başlangıçta dönemin popüler sanatçılarını, özellikle de sanat müziği icra edenleri canlı olarak dinlemek için ailece gidilen ve “nezih” diye nitelenen mekanlardı. En bilinenleri, İstanbul’un çeşitli semtlerindeki Küçükçiftlik Park, Bebek Belediye, Lunapark, Stardust, Maksim, Aşiyan, Tepebaşı’ydı. Tabii ki Anadolu’nun birçok şehrinde, özellikle fuar döneminde İzmir’de benzer işlevleri olan ve turnelerde aynı şarkıcıları ağırlayan gazinolar vardı. Çoğunlukla harcama kalıpları geniş üst sınıflara hitap ediyorlardı. Fakat fiks menü uygulamaları ve özel etkinliklerle alt sınıftan müşterilere de hizmet veriyorlardı. Makul bir ücret ödenerek girilen, yiyeceklerin evde hazırlanıp getirildiği, içeceklerin ise gazinoda sipariş edildiği “kadınlar matinesi” veya “aile matinesi” denilen etkinlikler müşteri profilini çeşitlendiriyordu. Gazinoların ilk dönemlerinde müşterilerin önemli kısmı, çalışanlar ve hatta bazı işletmeciler gayrimüslimlerden oluşuyordu. Meze ustaları ve garsonların en aranılanları Rumlardı. 6-7 Eylül olayları, Kıbrıs harekâtı ve benzeri ayrımcı uygulamalar gayrimüslim nüfusu ülkeden kaçırırken, salgın hastalıklar, siyasi çatışmaların sokak çatışmasına dönmesi, darbeler ve hayat pahalılığı da gazinoların alışıldık müşterilerini kaçırdı. Demokrat Parti dönemiyle birlikte “Hacıağa” olarak anılan, size Yeşilçam filmlerinden aşina gelecek, mümbit toprakları olan Anadolu şehirlerinde tarımdan zenginleşip fabrikatör olmuş “para babaları” gazinoları hoyrat bir erkeklik gösterisinin mekanına dönüştürmeye başlamışlardı. Her dönemin iktidarı kendi zenginini yaratıyor, Aslan’ın tabiriyle “birinin adamı olarak zenginleşenler” gece hayatında arz-ı endam ediyorlardı. Önce demir tüccarları, sonra müteahhitler, kaçakçılık, hayalî ihracat, uyuşturucu ticaretinden, kumarhanecilikten zenginleşenler ve bunların yanı sıra büyük gazete patronları, namlı yapımcılar gazinolarda sabit ve kalabalık masaların sahibi olmaya başlamışlardı. Artık aileleri onlara daha seyrek eşlik ediyor, en öndeki masalarda oturup itibar kazanmak ve sahnedeki dönemin popüler şarkıcısının gözünün içine bakabilmek için şef garsonlara, müdürlere hesap yekununa yakın bahşişler dağıtıyorlardı. Bir assolistin değeri repertuarı veya ses kalitesiyle değil, ne kadar masası, yani hayranı olduğuyla ölçülüyordu.

Böylelikle gazinolar yıllar içinde meşru ve gayrimeşru işler yapan patronların, siyasetçilerin, emniyet mensuplarının ve bürokratların buluşma mekanına dönüştü. Bir kısmı gazinolarda garsonluk yaparken nüfuzlu kişilerin desteğiyle palazlanmış, bir kısmı gayrimeşru yoldan kazandığı serveti aklamak amacıyla sektöre girmiş ve bir kısmı da hatırlı müşteriyken mekânı satın almış, hatta moda tabirle “mekâna çökmüş” gazino işletmecileri, sözü edilen figürlerin oluşturduğu güç hiyerarşisinde önemli bir mevkideydiler. Hatta bir kısım gazino kazanç kapısı değil, yasa dışı işlerin yürütülmesi veya ihalelerin alınması için tarafların buluştuğu paravan mekanlardı. Gazinocuların çoğu bir dönem kumarhane de işletmişlerdi. Bir tür karakutu da diyebileceğimiz işletmeciler, bazen yeraltı dünyası ile bürokratlar, siyasetçiler, işadamları, emniyet mensupları arasındaki bağlantıları sağlayan kişilerdi. Gazino yıldızlarının kıyafetlerini diken ünlü terzilerin işyerleri de böyle bir işlev görüyordu. Bunlardan birinin Susurluk kazası ile ortaya çıkan kirli ilişkilerde adı geçmişti hatırlarsınız. Fakat bu mekanlar çok ilginç olabilecek detaylı bir başka yazı konusu. Devleti yönetenlerin alışılageldik biçimde, suça bulaşmış dahi olsa, kullanışlı olması durumunda işadamı payesi verdiği mafya babaları, gazinoları adeta mesken tutmuşlardı. Hatta bunlar bazen gazinoları haraca kesiyorlardı. Yeraltı dünyasının kimi mensupları gazinoların sabit müşterileri olmuştu. Öyle ki, polis ahbaplık kurduğu gazino patronuna telefon edip, aradığı bir zanlının o gece orada olup olmadığını soruyordu. İlgili kişiyle kurulan ilişkinin mahiyetine göre patron müşterisini ele veriyor veya vermiyordu. Patronların kudretli kişilerle kurdukları ilişkiler ağından edindikleri ayrıcalıklı konumları böyle bir keyfiyete sahip kılıyordu onları.

Para trafiğini idare edenler gazino kültürünü de değiştirmişlerdi. Onların himayesindeki şarkıcılar assolist olabiliyorlardı. Bu assolistlerin repertuarları ve tarzları gazino kültürüne hakim olmuştu. Yeraltı dünyasının raconuna göre yaşayan bu erkekler için himaye ettikleri veya sevgili oldukları şarkıcılar da itibar kaynağıydı. Dönemin en popüler, en güzel ve talep gören kadınına “sahip olmak”, kabadayı denen bu adamlar için kârlı bir yatırım yapmak kadar önemliydi. Sahne ışıklarının daha da cazip kıldığı bu kadın şarkıcılar bu yüzden silahların da konuştuğu bir rekabet konusuydu. Çoğu müşterinin vitrin olarak bir ailesi vardı ve onların esenliği, namusu ve refahı çok önemliyken, hasımların aileleri ve bazen de eğlence dünyasından edindikleri şöhretli sevgilileri, onların yumuşak karnı olarak güç mücadelesinin bir cephesiydi. Bir mafya babasının şöhretli sevgilisini bir diğeri tarafından “ayartılması” başlı başına bir kan davası sebebiydi. Hatta, bir mafya babasının himayesine girmiş bir şarkıcıya mâlolmuş bir şarkıyı bir başkasının söylemesi durumunda silahlar konuşabiliyordu. Aslına bakarsanız beldeki silahı çekmek için kayda değer bir sebep de gerekmiyordu. Şan olsun diye havaya, sağa sola ateş edilebiliyor, o arada biri yaralanır veya ölürse gazino patronu, emniyetten veya siyasilerden hatırlı isimler devreye girerek olayı örtbas edebiliyor veya failin “adamlarından biri”nin üstlenmesini sağlıyorlardı. Adana’da Bülent Ersoy’un sahneye çıktığı bir gecede şan için sıkılan kurşunlar Ersoy’un tek böbreğine mal olmuştu mesela. İnci Baba’nın ilgisine karşılık vermeyen Filiz Akın’ı İzmir’de sahneden indiğinde bıçaklattığını, aynı sebeple benzer bir saldırı daha önce Serpil Örümcer’e de yaptırdığını hatırlatalım.

Gazinoların sonunu tavernalar ve televizyon yayınları hazırladı. Artık memlekete yeni bir eğlence anlayışı hâkim olmuştu. Çoğu erkek taverna şarkıcıları gazinoların ışıltılı kadın assolistlerinin yerini almıştı. Televizyonlardaki eğlence programları ise kronik bir yoksulluk çeken halka bedava eğlence imkânı sağlıyordu. Erkeklerin hakimiyetinde olmasına rağmen, çoğunlukla kadın yıldızların ayakta tuttuğu bir eğlence mekânı olarak gazinolar, bu kısa hatırlatma yazısından çok daha fazla ilgiyi hak ediyor. Türkiye’nin yakın tarihi yazılırken bir çeşit mikro kosmoz olarak gazinolar önemli bir yer tutmalı.

Funda Cantek / Gazete Duvar