Pınar Deniz: "Terk edilme korkusu hepimizde var"

'Kırmızı Oda' dizisinin güzel "Nazlı"sı Pınar Deniz, oyunculuğun hayattaki en büyük mutluluğu olduğunu söylüyor: “Öncesinde inanılmaz katı ve kapalı bir insandım. Oyunculuğa başlayınca duygularımla tanıştım, bu işi yapmamın en büyük sebebi de bu duygular...”

Pınar Deniz: "Terk edilme korkusu hepimizde var"

Milliyet Gazetesi'nden Özlem Ülkü'nün röportajı...

- Terk edilme korkusu ve bu yüzden yaşadıklarıyla konuşulan karakterlerden oldu Nazlı. Siz onu kabul ederken neler düşünmüştünüz?

Dizide çok ağır travmatik hikayeler gördüğümüzden hikaye ilk geldiğinde, hafif mi gelir acaba diye düşünmüştüm. Ama düşününce Türkiye’de kadın olmak eşittir Nazlı olmak. O büyük travmaları yaşamasak bile hepimizin içinde bir terk edilme korkusu ve sevilme ihtiyacı var. Anne-babadan sevgiyi alamazsak partnerlerimizden almayı istiyoruz. Benim en yakın arkadaşlarımdan biri de Nazlı gibiydi. Derdim ona, ya görmüyor musun olmuyor neden diretiyorsun? Ama asla görmezdi. Şimdi ise artık Nazlı’nın kendini bulmasını göreceğiz. Ki bu çok önemli. Benim mesela telefonumun ekran görüntüsü Herakleitos’un “Kendimi aradım” sözüdür. Bunu çok önemserim. Nazlı da o sevgiyi dışarıdan değil içeriden alması gerektiğini öğrenecek.

- Bir söyleşinizde bir karakteri canlandırmadan önce onun için çalma listesi hazırladığınızı söylemişsiniz. Nazlı için nasıl bir playlist oluşturdunuz?

Maalesef olamadı. İşi kabul ettim ve çok kısa bir sürede sete çıktığım için Nazlı’nın bir playlisti olamadı ama o dönem Sezen Aksu’nun “Yeter” şarkısını çok dinliyordum. Şimdi düşündüğümde de listem Sezen Aksu’dan oluşurdu diyorum.

- Herkese kendini beğendirmeye çalışırken kendini unutan karakterinizle ilgili, “Aynısını yaşadım” şeklinde çok sayıda yorum yapılmış. Sizin hayatınızda hiç böyle bir dönem oldu mu?

 Cinsiyetçi bir açıdan değil ama ben ilişkide biraz daha erkek modeli oluyorum. İlişkide kim gitmeye yakınsa diğer taraf Nazlı’ya dönüşüyor zaten. Ben gitmeye yakın taraf olduğum için Nazlı gibi olmadım hiç. Daha doğrusu, kendimi sevmeye ve kendimi aramaya çok daha hevesli ve meraklı olduğum için Nazlı gibi olmuyorum. Karşı tarafın bana değer vermediğini ve beni değersizleştirdiğini hissettiğim anda zaten gidiyorum.

- Hiç mi duygularınıza yenilmediniz?

Hiç, 15-16 yaşındayken de böyleydi. Hatta küçükken daha büyüktüm diyorum hep. Hayatımın merkezine hep kendimi, yolculuğumu, kariyerimi koymaya çalıştım. O yolda bana eşlik edenler vardı sadece. Şimdi fikrim değişti. Oyunculuktan önce inanılmaz katı ve kapalı bir insandım. Oyunculuğa başlayınca, korkmaya, üzülmeye, duygularımı göstermeye başladım. Çünkü duygularımla tanıştım. Oyunculuk beni duygularımla tanıştırdı diyebilirim. Oynadığım her karakterle büyüdüğümü, değiştiğimi, iyileştiğimi hissediyorum. Bu işi yapmamın sebebi de bu duygular.

- O hepimizin baş düşmanı “elalem” de Nazlı’nın annesi tarafından sık sık kullanılıyor. Siz, bu “elalem” krizini yaşadınız mı hiç? 

Tabii ki, bıktım bu elalemden dediğimi hatırlıyorum. Toplumsal normlar, kurallar, sınırlar, hepsi uzak geliyor. Bazen “Bu böyle yapılacak, böyle gerekiyor” deniliyor, ama ben inanmıyorsam ne olacak? Yüz kişiden 99’u yapıyor diye o durum, doğru veya geçerli olan olamaz. Ben hep direnen oldum. Aileme direndim, okulda direndim, sektörde direndim. İmkansız denilen, yapılmaması gerekiyor denilen şeylere karşı alerjik reaksiyonlar oluşuyor bende. Kendi normlarım ve vicdani sınırlarım içerisinde davranmaya çalışıyorum.

- Psikolog olma hayalinizden oyunculuğa başlamanızı düşünürsek, sizi en çok çeken ne olmuştu?

 “Kanlı Elmas” filmini izledikten sonra karar vermiştim. Öncesinde şöhret, güzellik gibi unsurlar öne çıkacak diye istemezdim. Ama sonra çocuklara yardım edebilmek adına ya çok ünlü olmam ya çok para kazanmam lazım demiştim. Kendimi tutkulu biri olarak görüyorum. Şu an oyunculuk yapmak benim hayattaki en büyük hazzım ama yarın bu değişirse bırakırım. Bu hazla ilgili bir şey, onu dinliyorum.

“GERÇEK HİKAYELERİN HASTASIYIM”

- Dizide dans ettiğiniz sahneler de çok konuşuldu. Dans, sizin için tam olarak ne ifade ediyor? 

Hiç profesyonel anlamda dans etmedim. Dans hocasıyla çalışırken sevip de yapamayacağım bir şey yok hayatta demiştim. Yeter ki bana zaman verin ve çok isteyeyim. Hayatta zaten bir bilgiyle doğduğumuzu düşünüyorum.Yapmam gereken o ‘an’a bırakmak ve hissetmek. Hepimizin içinde herkes ve her şey var demişti bir hocam yeter ki o kabuğu çatlatmasını bilin. Ben Mardinli ve Arap kökenliyim ama başka bir dönemde büyük ihtimal ya Roman, ya İspanyol, ya Balkan kızıydım diyorum.

- Bir gün film çekecek olsanız, nasıl bir proje yapmak isterdiniz?

Ortadoğu’daki çocukların acısını dindirecek bir film yapmak isterim. Şimdi Arap bir mülteci kadını oynayacağım bağımsız bir film teklifi geldi. Derdi olan, bir şeyler söyleyen gerçek hikayelerin hastasıyım zaten. İnsanların hayatına dokunmak istiyorum.

“AŞK BEKLENTİSİZ OLDUĞUNDA GÜZEL”

- Aşk, her geçen zaman farklı şekilde tanımlanıyor, anlamlandırılıyor. Sizin için nedir aşk?

Bence dünyada çoğu ilişkideki aşk, gerçek aşk değil. Tıpkı Nazlı’daki gibi ihtiyacını karşıladığı için, onu terk etmeyeceği için birbirlerinin yanında olanlar var. Ancak insan kendi içine döndüğünde bunu fark edebilir. Aşk, ancak karşılıksız yani beklentisiz olduğu zaman aşktır. Ben seni seviyorum sen de beni sev demediğimde. Tanım anlamında büyük sözler söylemeyi çok doğru bulmam ama enerjiye inanırım. Aşksa bu, ilk gördüğüm an bir şey hissediyorum hiç arada bir şey geçmese de. Gördüğüm an çok önemli. Bunun kimyayla ilgili bir şey olduğunu düşünüyorum.

- Peki, ‘kaçan kovalanır’ sözüne inanıyor musunuz?

Kesinlikle! Üniversitede sürekli peşimde koşan bir çocuk vardı. Ben ona bir şey hissetmiyordum. Ama ne zaman ki ilgisini kesti, ben bir durup ne oldu, neden diye düşündüm. O his, ister istemez yaşanan bir durum bence.

- Pandemiyle birlikte bildiğimiz, sevdiğimiz çoğu şeyle ilişkimiz değişti. Peki yarın sabah her şey bitti deseler, ilk ne yapmak isterdiniz?

Bu süreçte bir restoranda kendi başıma dahi yemek yemek, kahve içmek, kitap okumak ne kadar büyük bir lüks ve mutluluk kaynağıymış dedim. Bir süre öncesine kadar artık İstanbul’da yaşamayacağım, başka bir yere yerleşeceğim diyordum ama şimdi etrafımda insan görmek ne muazzam bir şeymiş diye düşünüyorum. Bu seni canlı ve yaşıyor kılıyormuş. Bir distopyanın içindeyiz. Böyle bir şey olsa hemen Barselona’ya giderdim. O özgürlük hissi içinde dolaşırdım. Gidemesem bile dışarı çıkar gördüğüm herkese sarılırdım.